Söke ye Cem in bisikletini tamir için gelmiştik. Yolda tanıştığımız bir diğer bisikletçi Serhat önermişti. Müthişler, malzeme bol, servis güzel. Yoldayken aradık, bi de demezler mi, yürümüyorsa bisikletiniz, sizi aldıralım. Süper hizmet. Sarızeybekler - Söke, hayat kurtarıcı bir müessese. Tavsiye ederiz. Kendime de boyun düzleşmem, fıtığım işte herneyse o yüzden uyuşan bileğim için, yeni bir tutmaç aldık. Elcik diyorlar. 40 tl. Offf süper, avucum oturuyor ve uyuşma daha az, rahatlık çok. Kiracıyı tekrar anıyorum aklıma gelmişken.
Üstelik bisiklete de biniyorlar. bugün onlarda sabah saat beşte kalkıp Bodrum yapacaklardı. Halden de anlıyorlar yani.
Dün akşam odadan çıkmadım bile, Cem bir gitti geldi o kadar sonra da sızdık,nyorgunluktan zaten.
Sabah saat 11 civarı yola çıktık. Biraz otoban ve sonra ver elini eski Söke-Aydın karayolu. Süper, yalnız tabi Pazar olması sebei ile trafik fazlaydı ama çok sürmedi sanırım bizim bilmediğimiz bir köy, mangalcı veya göl vardı, 10 km falan sonra trafik seyrekleşti. Eski benzinciler çok hoştu kendimizi Amerika da, Road 66 da zannettik bir ara. Köyler birbirine çok yakın, biri bitip biri başlıyor. Aralarında 10 metre falan vardı bir köyün bitiş tabelası ile diğer köyün hoşgeldiniz tabelası arasınada. Oradayken, araftayız diyip gülüştük çokca.
Bir diğer köyden geçerken aa süpriz kocaman bir ata binmiş Atatürk heykeli. Bronz. Çok güzeldi. Kim yapmış diye sordum bana yaklaşan çocuğa, heykeltraşı kim? Bilmiyorum dedi. Bulurum ben dedim. Arkadaşlarının yanına döndü, Türkmüş bu dedi. Geçtiğimiz yollarda, insanlar canhıraş "hello" hatta "Hallooww " diye bağırıyorlar, biz merhaba diyince ise birden sus pus. Bazan sıkılıp "hello " diyip geçtiğimizde oldu, bazan Cem i nutuk çekerken buldum, çocuğum yabancı olsalar bile siz merhaba diyin, öğrensinler. Diyordu.
Bir köyde biz çocuklara bisküvi, kahveden kalkarken baktık ki bizim çayların parasını da bizimle sohbet eden bey vermiş, sağolsun.
Bu sabah marketten bana helva aldırmadı Cem. Sonra al dedi ama ben almadım işte. Bir kasabaya yaklaştık, Cem cim helva kokuyor diyemedim, kendi kendime kızdım ulan alaydın ya bak canın çekti ki, burnuna kokuyor dedim içimden. Sonra sağda helvacı, a bir tane daha, hop bir tane daha, e meğer helvacı cennetiymiş. Meğer Yaz helvası ne hoşmuş, marketlerdekine hiç benzemiyordu tadı, hele tahin of tahin in tadı. Susam da Gökova dan geliyormuş. Zaten geçen seneden ve pazardan aldığım susamların lezzetinden ve geçerken tarlalardan biliyordum bizim buralarda çok susam dikiliyor. Sonra kururken de çok güzel diziyorlar. Ayrıca bir post yapayım ben bu konuya.
Galiba Koçarlı idi kasabanın adı.
Sonra yolu karıştırmışız, İncirliova ya gittik 11 km sağdan acaip bir rüzgar yiyerek, bir çay içtik Aydına göz kırptık ve 11 km bu sefer soldan fena rüzgar yiyerek geri döndük ve Çine yönüne saptık. Bu arada İncirliova, ova nın ortasında fena halde apartman cenneti olmuş. Yazık.
Rüzgarsız tatlı bir yol, yokuş var ama çok değil. Birde güzel bir arazi içinde Ziraat Fakültesi ni gördük. Tam yerinde güzel arazili güzel bir tesis. Ada belki burada okur diye geçirdim aklımdan. Kısmet.
Sonra baktık yorulduk e olmuş 73 km, ben Nazilli yaparız dedim ama Cem olmaz dedi, Begonvilli ev diye bir cafe gördük, daldık ve bahçenizde çadır atabilirmiyiz dedik. Olur dediiler. Attık birer Ayvalık Tostu ohh güzelleştik.
Cem biraz önce burada oturan kalabalığa sessiz sessiz şöyle diyordu; hadi kalkın gidin lan, karımın uykusu geldi 😊
Öyle eğleşiyoruz işte.
Kalın sağlıcakla
Artık kıçı her 33 km de dinlenmesi gereken anne
Ne desek size gezentiler,çılgın çift,yorgun ve mutlular, daha neler neler geçiyor aklımdan.Arkası yarın gibi yazılarınız, bu gün neredeler ne yaptılar acaba diye her sabah kontrol ediyorum.Çok tatlısınız merakla bekleyen anne
YanıtlaSil