28 Haziran 2013 Cuma

Karbonat ve ev kullanımı.

Merhaba,

 

Çok bilmiş sayesinde uzun zamandır bende deodarant yada roll-on yerine sadece ve sadece karbonat kullanıyorum. Çok memnunum. 

Hatta kızım da, anne bana da bana da diyor, beni kullanırken gördüğünde. Ona da zaman zaman kullanıyorum. Ne görürse o. En sevmediğim şeydir daha yeni yetme kızların veya erkek çocuklarının ter kokması. Hep annelerini suçlarım. Ammmman benim başıma gelmesin.

Sadece bir kez kolumun altını yaktım oda benim hatam, sabah yürüyüşünden önce sürdüm ve bir saatlik yürüyüşün sonunda duşumu aldıktan sonra tahrişi farketmeyip tekrar kullandım. Gün boyunca otururken de acıyan kolumun altından sivilce çıktığını düşündüm ama o ara yanarmış. Bir hafta kadar karbonat kullanmadım, şimdi son üç haftadır tekrar düzenli kullanıma geçtim.

Ayda en az iki kere de ayaklarımı karbonatlı, ılık  suda bekletiyorum. Yaklaşık 20 dk sonunda aykalarım nasıl yumuşuyor ve ponza taşına nasıl hazır hale geliyor anlatamam. Deneyin ltf.

Velhasıl bu karbonat, her derde deva bi tuz. Ben labaratuvardan alıyorum birer kilo olarak.

Buyrun çokbilmiş in yazısı.  

Doğumdan sonra ter kokusu nasıl önlenir?


Cevap: Karbonat.

Evet, bu kadar basit :)

Doğumdan sonra ciddi bir ter kokusu sorunu yaşadım. Değişen hormonlardan mıdır, kimyasal yapıdan mıdır nedir, sebebini bilmiyorum ama beni aşırı derecede rahatsız ediyordu.
Emzirdiğim için kimyasal maddeler de kullanmak istemiyordum.
En sonunda karbonatı keşfettim.
Bir tuzluğa karbonat doldurdum. Banyodan çıkınca parmaklarımın ucuna biraz karbonat döküyorum ve kurulanmadan, ıslak cildime sürüyorum. Cilde tuz sürünce nasıl hafif bir yanma hissi olursa, ona benzer bir his oluşuyor. Sonrasında da bütün gün rahat ediyorum. 
Eğer banyo yapacak vaktim yoksa dilediğim zaman, koltuk altımı ıslatarak karbonat sürüyorum.
Güzel kokmasını istersem karbonatın üzerine pafüm de sıkıyorum ya da terlemeyi tamamen kesmek istiyorsam (iş görüşmesi, toplantı vs gibi nedenlerle) antiperspirant krem sürüyorum.
Hatırlatmak isterim : Karbonat terlemeyi kesmiyor, sadece terin kokmasını engelliyor.

Güncelleme: Eğer karbonat sizde işe yaramazsa sulandırılmış sirke ile silmeyi deneyin. Elma sirkesinin kokusu daha hafiftir.
Karbonat bazik, sirke ise asidik maddeler... İnsanların da bazılarının teri asidik,bazılarınınki baziktir. Karbonat işe yaramazsa, sirke kesin yarar :)

Güncelleme: Karbonat, ayrıca kıyafetlerin koltuk altı kısmında meydana gelen sarı lekeleri de oluşturmuyor, deodoranttan farklı olarak. Ama koltukaltınızı yıkamadan üstüste karbonat sürerseniz karbonatlı kek gibi kokabilirsiniz, temizlenmeden sürmemenizi tavsiye ederim.

Güncelleme: 2,5 senedir istisnasız her gün karbonat kullanıyorum. Herhangi bir yan etkisini görmedim. Kızarıklık, kaşıntı ya da beze yapmadı.
 
Teşekkürler.
Kalın sağlıcakla
Paylaşımcı anne

26 Haziran 2013 Çarşamba

Yeryüzü Derneği - Bitki Tanıma kursu

Günaydın,

Arada bir ay, her Cumartesi 10.00 - 12.00 saatleri  arası Yeryüzü derneğinin, bitkileri tanıma kursuna katıldım.  Face adresleri : https://www.facebook.com/YeryuzuDernegi?fref=ts

Değerli bilgiler öğrendim, her söylediğime, deli mi bu kadın acaba demeyen diğer hemcinslerimle sohbet olanağı yakaladım, keyiften yarıldım.

İnsanların kendi gibi insanları çevresine toplayıp, kitap klubu olabilir, çevre klubü olabilir, çapulcu grubu olabilir..  bir iki saat bir konu üzerinde sohbet etme fikirleri bana artık daha da yakın geliyor.
Dalyan için fena halde planlarım var. Ona göre :-)

Evet, kursun verildiği yer ahım şahım değil, bilgiler süper şahane değil amma Anadolu yakasında yahu. Altıntepe hemi de evime araba ile 10 dk. Üstelik ders boyunca Tarçın adlı süper şahane tüy döken kediden paradiler ücretsiz.

Kursun bana göre bir eksikliği de, -Zeytinburnu nda verilen eğitimleri hariç tutuyorum- bir günde olsa beraber ya mahalle yürüyüşleri yada Nezahat Gökyiğit Parkı yürüyüşlerini kapsamaması. Gerçi, herkese mail atıp, bir haftasonu teklifi yapmayı düşünüyorum ama bu telaşa arasında mümkün olur mu bilmiyorum.

Tabi amacımın, evimin yanında ki, aşağıda fotoğrafını eklediğim; ağaçların adını bulma derdi de yok değil.


Bu bir tür erik ama özel bir adı var mı??




  
Bilenler bana yazabilirler mi??

Kursta neler mi öğrendik, ohooo sohbet aralarında geçen bilgilendirmelerde;

Mesela;

Sardunya nın sıcağı sevdiğini, çuha çiçeği, siklamen, çiğdem, benjamin  ve diğer bazılarının yapraklarının zehirli olduğunu, dokunduktan sonra mutlaka ve mutlaka ellerin yıkanması gerektiğini. Menekşenin mutfakta ki nemli ortamları sevdiğini, Itır ın çelikle üretilebildiğini ve sivrinesk kaçırdığını. Fasülye, nohut v.s bakliyatların haşlama suyu ile bitkilerin sulanması gerektiği...

Kanal  7 de erken saatlerde tarim programı olduğu, Kestane, Ihlamur ve Gülibrişim ağacınn azot bağlayıcı olduğu ve daha neler.

Arada sohbetlerde kitap isimleri değiş tokuşları v.s.

Ufkum açıldı.

Kurs ücreti mi, sadece 50 Tl.

Herkese teşekkürler
Çok yönlü anne







25 Haziran 2013 Salı

Özgürlük Parkı, 12. Çocuk Tiyatrosu Şenlikleri başladııııı

Günaydın,

Epeyidir görmediğimiz Buse geldi Mersin den. İkisi de bir önceki gece uyuyamamışlar.

Ana- kız, İstanbul da ki, Yaz mevsimine henüz 2 gündür giren sefillere göre bayağı bronz hattaa kapkara geldiler.

Evde bayağı bir eğlendiler, oynadıktan sonra odayı topladılar, yemeklerini yediler ve ver elini Özgürlük Parkı.


Ne çektin be kedi.


kediyi bırakın yahu dedim, kaçarak uzaklaşmasını görmeliydiniz.

Çocuk tiyatro festivali başladı. Kadıköy Belediyesi ne bu güzel etkinlik için tekrar tekrar teşekkür ederiz.

Ada ve Buse tiyatroyu pür dikkat seyrettiler. İlk oyunumuz 50 dk. ve kukla oyunu idi. Yine çocuktan fazla ebeveyn vardı. Hatta çocuksuz gelenler bile vardı !!

İlk akşam olması sebebiyle olsa gerek fazla dolu değildi. Fua cafe, paket yaptırınca 3 Tl olan tostları bize 5 Tl den verdi ve artık şansını kaybetti. Hoş, tavşan dağa küsmüş muhabbeti geçerli çünkü cafe herdaim çok dolu. Eh.. direnmeyi hiçbirkonuda bırakmamak lazım.

Girişte patlatılan taze mısır da yok artık. Onun yerine hazır paketler var. Tanesi 1 tl. Tavsiyem evde patlatıp götürmeniz. Paket gıdaya hayır diyoruz.

Saat 20,30 da kapılar açılıyor. Kapıda kuyruk ve izdiham ! oluyor ama çabuk eriyor. Yerde mutlaka bulunuyor. En büyük sıkıntı, çocukların önünü kapatanm ve sürekli konuşan ebeveynler. Tabi Metalurji arsasına yapılan devasa şeyler de konsantrasyon bozmuyor değil. Sadece benim için olsa gerek, çocuklar farketmiyor.






program şöyle;

24 Haziran: Tatlı Rüyalar (3+ yaş grubu)
25 Haziran: Sevgi Çemberi (6+ yaş grubu)
26 Haziran: La Fonten Kabare (3+ yaş grubu)
27 Haziran: Dinazor Dani Kampta (3+ yaş grubu)
28 Haziran: Mavi Kuş (3+ yaş grubu)
29 Haziran: Pamuk Prenses Miikroplar Ülkesi'nde (4+ yaş grubu)
30 Haziran: Prensesin En Güzel Şarkısı (3+ yaş grubu)
1 Temmuz: Kaplan Maplan (4+ yaş grubu)
2 Temmuz: Keloğlan (3+ yaş grubu)
3 Temmuz: Bahar Şenliği (4+ yaş grubu)
4 Temmuz: Oz Ülkesi (3+ yaş grubu)
5 Temmuz: Prenses Kurabiye (3+ yaş grubu)

Tren, önümüzde ki iki sene için malesef Marmaray çalışmaları sebebi ile çalışmadığı için, özel araçla gidiyoruz, dün akşam saat 23,30 da evdeydik. Bir duş, diş fırçalama ve kızım küt 23,45 te uyumuştu. Teşekkür ederim annecim demesi beni eritti tabi. 




Ne zaman başlayacak anne. Yorgunlar, öncesinde en az 3 saat at gibi koşturdular diyebilirim.


Pür dikkat. Harikalar değil mi??
Oyunu çok beğenmişler ama neredeyse uyuyorlarmış. Artık nasıl bir yorumsa.

Herkesi bekleriz.
Kalın sağlıcakla.
Kültürlü anne








20 Haziran 2013 Perşembe

Kardeşimin Hikayesi - Kitap yorumu

Merhaba,

Epeyidir başladığım ve beraber okuduğum, 3 kitaptan biri bitti; Kardeşimin Hikayesi, Zülfü Livanelli den.






Arada Cem aldı ve okudu. Sonra bana geldi ve nihayet bitti.

Diğer Livanelli kitaplarına oranla ''yavan '' geldi bu kitap bana. Kitap bitince yine düşüncelere daldım ama darılmasın bana yazar, vallahi ''yavan'' bu kitap.

Ya da bencil olmayayım, bana göre yavan. Aşk ile ilgili betimlemeler anlamsız geldi bana. Ya da kitap çok derin ama ben anlamamış mıyımdırki acaba. :-)

Rahat okunuyor, hikaye merak uyandırıyor. Küçük bir kasabada işlenen bir cinayet ve etrafında olan olaylar. Sonu beklenen son. Detaylar benim ilgimi çekmedi. Melankolik olanlar daha mı sevebilir bu kitabı ne.

Daha fazla yazmayayım, yeni kitabını bekleyeyim.

Kalın sağlıcakla
Kötü eleştirmen anne.


19 Haziran 2013 Çarşamba

Deniz börülcesi ( meze) nasıl yapılır.

Merhaba,

Red Hack e ve son yaptığı işe bayıldımm. İyiki varlar.
Hayatımıza ne çok yeni şey girdi. Mutluluk verici.

O zaman gelsin, ''deniz börülcesi'' tarifi, geç bile kaldım. Yapım zamanları farklı ama bir post toplandılar.

Efenim pazardan alınır 3-4 demet taze deniz börülcesi ve ev gelinir.




  Önce börülceler derin bir kapta 15 dakika makarna usulü haşlanır. Ada, hiç hoşlanmadı kokudan hatta kustu iyimi?? Artık bir daha ki sefere bahçede ki portatif mutfağımda ( inşallah) kaynatacağımdır börülceleri.




Daha sonra alınıp, soğuk su dan geçirilir veeeee






başlanır tek tek çekiştirmeye. Sonra içine zeytinyağı, bolca sarımsak ve yarım yada bir limon suyu atılır. Aman tuz koymayın zaten yeterince tuzlu. Malum deniz kenarından, kumdan toplanıyor bu bitki.


Ada kız, Atakan adlı yakışıklı,  arkadaşı sayesinde tavuk kanat yemeyi sevdi. Darısı pirzolanın başına. Aradabir yaparım artık. Tavukları, birgün önceden, zerdeçal falan marine ettim, sonra fırına, güzel oldu.


Bir uzman edası ve dikkati var üzerimde :-) Somon ayıklanıyor eş ve kız için.


Cuma akşamı balkon sofrası. Marin edilmiş somon, börülce, börek, salata ve peynirrr.
Afiyet olsun.



 

 Bu da geçen günlerde ki öğle yemeğim; kıymalı taze fasülye, mısır ekmeği ve ayran. Hımm...
Elime sağlık.

Kalın sağlıcakla
Hafiften neşeli anne




18 Haziran 2013 Salı

Hubris

Merhaba,

Değişik bir bakış açısı; teşekkürler bir tek aşk.

Hubris Sendromu ve Başbakan Erdoğan

Prof.Ian Roberston
Bugün bloguma Profesör Ian Robertson'u konuk ediyorum. Robertson Dublin Trinity College'de Psikoloji Profesörü. İlgilenenler için kendisiyle ilgili daha geniş bilgi yazıdan sonra... 
Bu yazının orijinaline Huffington Post'ta şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

10 Yıl Hastalığı Türk Başbakanı Erdoğan'ı Etkiliyor Olabilir mi?
Türkiye'nin Başbakanı Recep Erdoğan 10 yıldır iktidarda. Bu dönem içinde ülkesi daha önce görülmemiş bir ekonomik büyüme ve uluslararası prestij artışı yaşadı.
İnsanoğlunun bildiği  en önemli beyin-değiştirici kimyasallardan ikisi güç ve başarıdır ve hiç bir insan beyni bu iki kimyasalın yaptığı etkiye karşı koyamaz. Bu hafta Türkiye'de ortaya çıkan gösterilere karşı Erdoğan'ın verdiği tepkiler, onun da bir istisna olmayabileceğini gösteriyor.
Gücün beyin üzerindeki etkileri kokain benzeri maddelerinkine benzer: her ikisi de beynin ödül ağında bulunan kimyasal mesajcı olan dopaminin etkisini artırır. Bu değişiklikler beyin korteksini de etkileyerek düşünceyi değiştirir ve insanları daha özgüvenli, dobra ve hatta daha akıllı yapar.
Ancak aynı değişiklikler kişileri daha benmerkezci, daha az özeleştirel, daha az endişeli yaparken hataları ve tehlikeleri algılama becerilerini de azaltır. Bütün bunlar liderleri muhalefetin ve karşıt görüşlerin "dağınıklığı"na karşı sabırsız kılar. Bütün bunlar Başbakan Erdoğan'ın göstericilere karşı olan ayak direyici ve saldırgan tutumunda ve "twitter denen başbelası", "toplumların başına bela olan sosyal medya" şeklindeki söylemlerinde net bir şekilde görülebilmektedir.  
Sınırsız gücün beyin üzerindeki nörolojik etkileri öz-farkındalık için koşul olan beyin kısımlarını da baskılar. Türkiye'nin geleceği için Erdoğan'ın farkına varması gereken şey aslında herhangi bir insanın da farkına varmakta çok zorlanacağı bir şeydir. O da kendi muhakeme yeteneğinin 10 yıllık iktidarı nedeniyle tahrif olmuş olmasıdır.
Benim kanaatim, hiç bir liderin 10 yıldan daha fazla süren bir iktidardan şu anda Erdoğan'da şahit olduğumuz gibi, muhakeme yeteneğinde ağır bir tahrifat olmadan çıkamayacağıdır. Hiç kimse, ama hiç kimse iktidarın nörolojik etkilerine karşı bağışık değildir ve bu yüzden de ABD ve hatta Çin de dahil olmak üzere bir çok ülkede bir liderin iktidarda kalabileceği en uzun süre 10 yıldır.
Birçok güçlü liderin, Fransa Kralı 15. Lui'nin de dediği gibi "benden sonra tufan" demeleri bu yüzdendir. İktidar, vazgeçilmezlik yanılsamasını besler. Bir çok politik lider koltukta kalabilmek için verdikleri savaşta ağır tahribata neden olmuşlardır, çünkü samimi olarak kendi becerilerinin ülkelerinin hayatta kalabilmesi için vazgeçilmez olduğunu, ve bunu kendilerinden başka kimsenin yapamayacağını düşünürler.
Eski İngiliz Dışişleri Bakanı Lord David Owen bu duruma, iktidarın beyin üzerindeki etkileri nedeniyle edinilmiş bir kişilik bozukluğu olarak "Hubris (Kibir) Sendromu" adını verilmesini önermiştir. Diğerlerinin yanı sıra Owen, İngiltere Başbakanları Tony Blair ve Margaret Thatcher'a da bu hastalık tanısını koymuştur. Her ikisi de iktidar kimyasalına gerekli olan 10 yıl boyunca maruz kalmışlardı.
Owen'in "Hubris Sendromu"nun belirtileri şunlardır:
  • Kişinin kendi imajıyla narsissistik bir meşguliyeti (ör. geri adım atmamak ve "güçlü adam" imajını kaybetmeme çabası)
  • Liderin kendisinin ve ülkesinin öncelik ve ilgilerinin aynı olduğunu düşünmesi; kendinden üçüncü tekil şahıs olarak söz etmesi
  • Kendi kişisel muhakemesine aşırı güven, başkalarından gelen öneri ya da eleştiriye karşı saygısızlık, hor görme ve bunlara eşlik eden tümgüçlülük (kudret) duygusu
  • Gündelik politikaya ya da mahkemelere değil tarihe ya da Tanrı'ya karşı sorumlu olduğu duygusunu taşıma
  • Giderek gerçekle teması kaybetme ve ilerleyen yalnızlık
  • "kibre dayalı yetersizlik" yani kişinin aşırı özgüveni ve özürlü muhakeme yeteneği yüzünden işlerin ters gitmesi

Türkiye canlı, güçlü bir ülke. Buradaki istikrarın iktidar aracılığıyla tahrif edilmiş bir beyin tarafından tehdit edilmemesi Avrupa, ABD ve Orta Doğu için fevkalade önemli. Türkiye'nin etrafında, liderleri tam da bu nöropsikolojik hastalık nedeniyle dizlerinin üstüne çöktürülmüş yeterince ülke var ve dünyanın artık daha fazlasına ihtiyacı yok.

Ian Robertson bir nöropsikolog ve The WInner Effect: The Science of Success and How to Use It adlı kitabın yazarıdır. Kendisi Trinity College Dublin'de psikoloji profesörüdür. Ayrıca University College London'da misafir öğretim üyeliği yapmış, daha önce de Cambridge Üniversitesinde çalışmıştır. Trinity College Nörobilimler Enstitüsünün kurucu direktörü ve İrlanda Kraliyet Akademisinin de üyesidir. Kendi alanında 200'den fazla kitap ve makale yayınlamıştır.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Girit dolması ve oradan buradan

Günaydın,

Keyf yok, güzel ülkemde keyif yok. Keyfim yok.

Oradan buradan fotolar ekliyorum, hayat devam da ediyor.


Ada kız ve büyükanne namaz da.


Haftada en az bir kez pişen Girit dolması.


içi için hazırlıklar.


Dolmanın içi hep mücver oluyor.


Ada kız ın porsiyonu.
Tarif;
  • 1,5 kg. girit kabagi (yaklasik 14-15 tane)
  • 300 g. kiyma
  • 1/4 kap pirinc
  • 1 buyuk sogan (ince dogranmis)
  • 2 dis sarimsak (ince dogranmis)
  • 2 orta boy domates (kabuklari soyulmus ve kup kup dogranmis)
  • 1 yemek kasigi  biber salcasi
  • 5 yemek kasigi domates salcasi (1 yemek kasigi icine, 4 yemek kasigi sos icin)
  • 1/4 kap ince dogranmis dereotu ya da maydanoz
  • Tuz, taze cekilmis karabiber, kuru nane
  • 2 yemek kasigi zeytinyagi
     
    aman dolmaları oyduktan sonra içlerine tuz sürmeyi unutmayın, bence bu püf noktası.



Teoman ve Cem in d. günleri.



Özgürlük parkı ve kuzenlerin kum keyfi.


İki Ada ve parkta bank keyfi.


Arada bira ladık.
Ada da sodaladı.

Ada dan inciler;

Karne alındı, Ada diyor ki '' hiç zayıfım yok- hediyeyi hak ettim '' :-)
Okul bitti diye de çok üzüldü, öğretmenine bir sarılışı vardı ki.


Ada büyüyünce Unusal kanalda haberci olacak mış, veteriner olmaktan vazgeçmiş olsa gerek.

Farinelli dinlediler baba ile birlikte, anne bu beyfendi senin gibi şarkı söylüyor diyor kızım.

Evimize gelen bir bebeğin saçları çok dağınıktı, anne bak senin saçların gibi demez mi.

Bir arkadaşımızın evine gittik, dondurma var çocuklar hadi dedi, Ada tabi benim ev dondurmalarına alışık; biraz beklesin yerim dedi. Kızım erir o hazır dondurma diye anlatana kadar canımız çıktı.

Kalın huzurla ve sağlıcakla.
Tüm olayların makul bir şekilde sonlanmasını dileyen anne












13 Haziran 2013 Perşembe

11 Haziran 2013 Salı

Gezi Parkı 2

Iyi geceler,

Bugün ''face'' de yazdığım yazı;

Herkese iyi akşamlar.

Bundan böyle ''direniş'' konusunda direnişimden vazgeçiyorum arkadaşlar.
İş çok uzadı, ( provakatörler herkoldan devrede) sonuç alınamayacak hareketler ve şilkayetler var.
Maltepe de hergece şarkı türkü. Diğer şehirlerde çarpışmalar varken devam etmesini anlamsız buluyorum.
Herkesim birlikte yaşayacak, herkes anlaşacak ( bilenler bilir) romantikliğimden de vazgeçtim.
Normal hayatıma dönüyorum. İsteyen arkadaşlar beni silebilir.

Üzgün anne


Bir zamanlar Ahmet Hakan, evet ben bir döneğim yazmıştı, pek bir burun kıvırmıştım.
Şimdide ben dönüyorum, niyemi, dilim döndüğünce anlatayım;

Ağaçlar kesilmesin diye başlayan eyleme pek kendimi yakın hissetmiştim ben, hatta ben neden Maltepe deki '' sanat sokağı'' ( betonlaşma çalışması) yapılırken bu tip direniş gösteremedim diye üzüldüm, utandım kendimden ve bu genç, romantik, gezi parkına yerleşen  gruptan.  

Biliyormusunuz, bu grup daha önceleri de bu ağaçlar kesilmesin diye çok uğraşmış, imza toplamaya çalışmış filan. Kimse dikkat etmemiş onlara.Ben de. Ne zamanki şiddet gördüler, kendimi onların yerine koydum, yediremedim, anladım onları canı gönülden. Onlardan biriydim aslında ben, hemde çoktaaan. Benimsedim hemen, nasıl destek versem derken, tencere tava yetişti imdadıma. Bir çapulcu doğdu Maltepe de. E, Başbakan da az körüklemedi hani.

Hem sadece ''ağaçların kesilmesi '' değildi olayların sebebi benim için artık. Tencereme vururken; izlediğim şiddetler, yasaklar ve diretilen tek tip hayat tarzı  aklıma gelerek, düşünerek vurmaya başladım tavama.

Arada seyrettiğim programlar, esprilerin güzelliği, hükümetin, siyasetin, yalanları. En son Cuma akşamı CNN Türk de seyrettiğim, işte bu çocuklar dediğim, içimin açıldığı. Neredeydi bu çocuklar, Arınç ile o adamlar görüşürken  dediğim. Kimdi o koca koca bıyıklı adamlar dediğim arada CANVAS diye bir olgu ile tanışmam. Başbakanın dönüşü ve Emine Erdoğan ın onaylayıcı baş sallamaları. 

Canvas ile ilgili film; Biraz uzun ama ilginç bir bakış açısı.
Banu Avar ile Dünya Düzeni,Arap Baharı ve Suriye de Kış.olarak aratabilirsiniz you tube ta.




 Bu filmi seyredin ve inanın demiyorum ama bu da bir bakış açısı.

Ne ağacı ne de ülkeyi, akacak kanları, insanları düşünen yok ki. Bir de, karşında seçimle gelmiş iktidar var, sen kimsin. Taksim Platformu - Taksim Dayanışması. Bölünmeler.

Kimdi ki o adamlar, gençler neredeydi o görüşmede, ya inanılmaz istekleri. Kimdi ki onlar. İçim sıkıldı o an. Hükümet istifa nidaları. CHP pankartları, AKM de asılan orak çekiç pankartları, Pkk dan gelenler....

Oysa uzlaşmak değilmiydi amaç. Devrimmiydi ki?   

Kendimi böcek gibi hissettim ben. Kimim ki ben. Artık hiçbir harekette benim burada görmek istediğim masumluk yok, naiflik uzun süreli asla değil, provake heryerde. Iyi niyet yok oldu bu Dünya da.

Keşke bu kadar uzamasaydı iş. Keşke bu güzel insanlar, istemiyoruz dayatma, mesajını verip  çekilselerdi. 
İş nerelere vardı. 
Yok içkiler, yok eğlenceler.
Bu değil ki, olmamalı.

Oysa ne güzeldi, marketler, takaslar, tohumlar, yapılan çalışmalar, dayanışmalar. Tam da benim istediğim; herkes birlikte, Türk,Kürt,Laz, dindar, olmayan v.s..... Provakatör gelince bir diğer grup hop durun diyecekti, eretesi gün başka bir provokeyi başka grup durduracaktı  ve herşey güzel olacaktı.  Olmadı, olamadı  o yüzden ben ve ailem çekiliyoruz. 

Tabi ki hala fikirlerimiz ve tarafımız aynı. Özgürlükten yanayız biz.

Bir arkadaşım, face de ki yorumuma şu cevabı yazmış, sağolsun.
Canım benim hepimiz zaten aynı endişedeyiz . Biz hepimiz sağduyulu , yapıcı , uzlaşmacı bir başbakan bekledik . Bizim düşündüğümüz kadar ülkesini seven ve yanında olan bir yönetim bekledik . Ne yazık ki olmadı . Olayların tırmandığı bir zamanda , kötüye gittiğini görürken , taraf olmak istemiyoruz . Bizler savaşçı değiliz . Ailelerimiz var . Ülkemizi korumak istiyoruz . Bari biz büyüklük yapalım demek gibi geldi duruşun bana . Etrafın benzin dolu iken kargaşaya bir kibrit kalmışken haklılığımızı anlatamamış olmanın iç acısı ile kenara çekilmek zorunda olduğunu bilmek çok acı  

Bir diğeri şöyle demiş;
sistem:1 - çiğdem:0
olsun sen bizim gönüllerimizin şampiyonusun 


Kısaca bu, yazılacak çok şey var elbette.

Kalın sağlıcakla
Romantik, korkak  ve saf anne







10 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi Parkı

Paylaşım;

Teşekkürler.
Orjinal yazı için link http://blogcuanne.com/2013/06/07/coluk-cocuk-gezi-parki/


Gezi Parkı direnişi başladığından beri, yaklaşık 10 gündür Taksim’deyim. Gün geldi üç-dört saat uğradım, gün geldi 12 saatten fazla kaldım. Biber gazı yedim, kaçtım, kovalandım, düştüm, kalktım… Ama hiçbirinde bugünkü kadar yorulmamıştım.
Bugün iki küçük “çapulcu”mu Gezi’ye götürmek istedim. Öğleden sonra Deniz’in bir dişçi randevusu vardı, öncesinde Gezi’ye uğrayalım dedim. Deniz biraz hatırlar, Derin hatırlamaz herhalde; ancak bu tarihi sürece tanık olsunlar, o havayı solusunlar,  ileride kitaplardan okuyacakları bu anlar için “biz de oradaydık” diyebilsinler istedim.
GeziPark

Gezi’deki atmosfer çok acayip. Herkes yardımlaşmanın, ikramın doruklarında geziyor. Bir ara çocuklarla yürürken (yardımlarla toplanan her şeyin ücretsiz dağıtıldığı) Gezi Market’teki gönüllülerden biri “Hanfendi! Çocuğunuz!!!” diye bağırdı. Ödüm koptu, sanki “çocuğunuz yola koşuyor” ya da “adamın bir kaptı götürüyor” diyecek sandım. “Çocuğunuzu getirir misiniz, süt içiricem!” dedi. Allah cızırtını vermesin, “Az önce içti o” dedim. Hakikaten de marketin öte tarafında başka gönüllüler ellerine tutuşturuvermişlerdi sütleri.
Çoluk çocuk gidilir mi? diye soranlara: Çocuğunuza bağlı, size bağlı, gittiğiniz saate bağlı. Akşam üzeri çok kalabalık olmaya başlıyor. Tuvalet sorun olabiliyor. Ben çocuklarla bir daha gider miyim, bilmem. Babaları gelirse, belki… Ve tabii herhangi bir risk faktörü olmazsa… Ancak en ufak bir mazereti olan (hamilelik, nefes darlığı, vs.) insanların gitmesini tavsiye etmem. Her şey bir kenara, aşırı kalabalık oluyor.
10 gündür hemen her Allah’ın günü niye gidiyorum? diye soruyordum kendi kendime… Yanıtını şu makalede Nilüfer Göle vermiş:
Parkın korunması mücadelesi kelimenin tam anlamıyla, sadece metaforik değil, meydanın bizatihi fiziksel anlamda sahiplenilmesi, koruma altına alınması demek. Devletin ticarileşmesine, kent yaşamının rant alanına dönüştürülmesine karşı kamusal mekanı koruyorlar.
Hakikaten de öyle… Orada yatıp kalkan, oradan işe gidip dönen insanlar var Gezi Parkı’nda… Çok acayip, tarifsiz, orayı yaşamayanın, görmeyenin anlayamayacağı bir yer… “Anlatılmaz, yaşanır” bir yer.
GeziCadir
Bugün çocuklarla orada geçirdiğimiz 3 saat, sonrasında dişçiye gitmek ve babalarının işyerine dönmek için yaptığımız inişli çıkışlı üç metro yolculuğu, bu arada -defalarca “Gezi Parkı’nda kavga etmek yasak, burada herkes güzel güzel anlaşıyor”- dememe rağmen bitmek tükenmek bilmeyen kardeş kavgaları, inatlar, isyanlar beni canımdan bezdirdi. Yemin ederim bitap düştüm.
Bu süreç nasıl sona erecek bilmiyorum ama benimki gibi birkaç çapulcu bıdığı oraya bırakın, en “dediğim dedik” adamı bile dize getirmezlerse n’olayım.

Meraklı anne

6 Haziran 2013 Perşembe

Kucak meselesi

Günaydın,

Tembelim bu aralar. Canım hep oturup tv seyretmek, internet e girip yazılanları takip etmek istiyor. ''Gezi''  müptelası oldum ben.

Başından beri '' kucak meselesine'' takmıştım ben. Ne de olsa Duygu Asena kuşağı bir vatandaşım ben. Üstelik bir kız çocuğu büyütüyorum ben :-)

Başbakan ve Altaylı, konuşmasında da en çok, ''siz kızınızın, kucağa oturmasını istermisiniz?'' sorusuna, hem Başbakan tarafından kullanılmasına hem de Altaylı'nın '' istemem tabi''  yanıtına pek bir içerlemiştim.

O günden bu yana Cem in başını yedim. Ulan, ''oturur oturur sanane''  niye diyemedi Altaylı diye, zaten tüm küfürlerde bizim ( kadın) üzerimize oysa kardeşim, biz kadınlar da tabiki istek dahilinde bundan hoşlanıyoruz. Fakat bitürlü istediğim gibi ifade edemiyordum.

Ayşe Arman yazmış bugün. İlk gördüğüm yerde kendisine sarılacağım haberiniz ola. Bu kadar mı güzel yazılır;

Başbakanımız o meşhur mülakatında..
Hiç aklımdan çıkmayan bir cümle kurdu.
'' Kim kızının birilerinin kucağına oturmasını ister ki!''
HEP PARMAK SALLADILAR
Derin bir iç çektim.
Yine aynı terane dedim.
Benim bütün hayatım böyle geçti.
Eminim yalnız değilimdir.
Bu ülkede milyonlarca. '' Benim de benim de ! diyecek kadın vardır.
Bize hep parmak salladılar.
Neyin ahlaklı olup, neyin ahlaksız olduğunu anlattılar.
Başkalarını bilemem ama ben '' edepsiz'' olmakla çoook suçlandım.
Suçum neydi?
Birilerine göre ahlaka aykırı, bana göre asla öyle olmayan bir sürü şey..
Sevgilimle bir bankta sarılmak, öpüşüp koklaşmak..
Evet, bazen de kucak kucağa oturmak..
Artık kazık kadar oldum.
Umursamıyorum.
Vız gelir tırıs gier.
Ama bu ülkede bir kız çocuğu yetiştiriyorum.
Ve birden yine o aynı naftalinli lafla karşı karşıya kalıyorum;
'' kim kızının birilerinin kucağınma oturmasını ister ki''
İyi de akıl var mantık var.
Oturuyorsa d bir bildiği var.
Hangi kız hiç tanımadığı, ilişkisinn olmadığı, herhangi bir duygu beslemediğ adamın kucağına oturur ki?
İsterdim ki, '' Kızlarımızın ne yapacağına biz karar veremeyiz. Onlar veriri. Onların seçimidir' '' densin, denebilsin.
Ama ı-ıh.
Fatih diyemedi.
Bu ülkenin kadınları yine gürültüye gitti.
Ki onun da bir kızı var.
Ve kimseye pabuç bırakmayan, cesur bir karısı var.
Eminim, Hande, kendisinden de ileri gidecek bir kız yetiştirmiştir, yetiştiriyordur.
Ama işte Başbakan'ın karşısında Fatih, tısssssss.
Oysa herkesin ahlakı kendine...
 O YASAK BU YASAK
Allah aşkına, o kızların kişiliği yok mu?
O kızlara bu kadar mı güvenmiyorsunuz?
Akılları, fikirleri, duyguları yok mu?
Müsaade edin de herkes kendi ahlakını yaşasın.
Ama etmiyorlar.
O yasak, bu yasak...
Sonrada bu gençlere, '' Neden isyan ediyorsunuz?'' diyorlar.

Helal olsun Arman.
Yine mi diyen anne 

 
 

5 Haziran 2013 Çarşamba

Umut

Günaydın,

Hayırlı Kandiller olsun.
Abdullah Cömert e Allahtan Rahmet olsun.

Çok beğendiğim Begonvilli ev in yazısını paylaşıyorum;
Teşekkürler.

Geleceğe Umutla Bakmak

Bu öyküyü Yrd.Doç. Kahraman Arslan'ın Hayata Yön Veren Hhikayeler adlı kitabı'ndan okudum. Sayfa 142-143'de bulabilirsiniz.


Bir  odada dört mum sessizce yanıyormuş.O denli derin bir sessizlik hüküm sürüyormuş ki odada, dört mumun fısıltılı bir biçimde birbirleriyle konuşmaları bile duyuluyormuş.
Birinci mum: “Ben barışım!” dedi. “Artık kimse benim ışık saçmama yardımcı olmuyor. Çevrem kan ve silah kokuyor. Kavgalar ve savaşlar, masum insanların ölümüne neden oluyor. Bu durumda yanık kalmamı isteyenler azalıyor. Artık sönmek üzereyim …” deyip sessizce  ışığını söndürüp karanlığa gömüldü.
İkinci mum:”Ben biligiyim!” dedi.”Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum. Yanık kalmamın da bir değeri kalmadı. Bilenler incitiliyor, bilgi sahipleri her geçen gün daha farklı sıkıntılarla karşılaşıyor. Özgür değilim, bilgiler özgür değil, tutsak ediliyor, cezalandırılıyor, önemsenmiyor. Cehalet ve bilgisizlik daha çok pirim yapıyor. Alkışlanıyor .rağbet görüyor. Bu durum beni üzüyor….” diyerek hafif bir esintiyle ışığını söndürdü.
Üçüncü mum:”Ben sevgiyim” dedi. İnsanların yüreğinde derin izlerim var. Benimle engeller aşılır, sıkıntılar giderilir. Ben acı vermek için değil, iyilik ve rahmet için varım. İnsanlar beni unuttular, kenara itiyorlar. Kendilerine en yakın olanları bile sevmemeye başladılar. Oysaki sevgi,hayatın kalbidir.İncitmeyen bir bakıştır. Kırmayan kalptir. Ancak insanlar sevgiyi unuttular.Çıkara dayalı dostluklar oluşturdular. Bu durum beni üzüyor. Artık kendimi söndürmek zorundayım….” deyip sessizce söndü.
O sırada odaya aniden bir çocuk girdi. Üç mumun tamamen söndüğünü gördüğü vakit ağlamaya başladı. Dördüncü mum, yumuşak ve yatıştrırcı sesiyle çocuğa ağlamamasını söyledi; “Korkma!” Ben çevreme ışık saçtığım sürece ötekiler yeniden yanarlar. Ve onlar da çevreyi özellikleri doğrultusunda aydınlatmaya devam ederler. Çünkü Ben umudum…”

Gözleri parlayan çocuk ,umut mumunu alıp öteki mumları teker teker yakar. Ve oda eski aydınlığına kavuşur.


Kalın sağlıcakla
Umutlu anne