30 Kasım 2012 Cuma

Never Let Me Go / Beni asla bırakma - The İsland / Ada Film yorumu

Merhaba,

İzleyici sayım 188, hadi pamuk eller cebe. Aşırın beni şu 200 abonenin üstüne ltf.
Mersi, mersi. ( merci mi yazılır yoksa)

Dün akşam yine şeker gibi bir bilim kurgu film izledik. Bilim Kurgu demeye de binşahit ister ya neyse.

Never Let Me Go Poster

Neden mi böyle tanımlıyorum, çünkü hiç tahmin edemiyorsunuz neler olacağını. Filmin konusunu içeren ''konu'' yu aykırı öğretmen sınıfta çocuklara anlattığında, o çocuklar ne kadar duvara çarpmış gibi oluyorlarsa, sizde onlar kadar hareketsiz ve şaşkın kalıyorsunuz ekran karşısında.

Bir ara o kadar daldım ki, filmin başında biz seyircilere anlatılan  bilim-kurgu hikayesini unutup, eşime;  aman tanrım gerçek mi bu diye bile sordum.   Bilenler bilir, 5. sınıftayken, zengin aile çocuğu olan ben '' sucuk ağaçta mı yetişir '' diye sormuşluğum vardır. Annemin halini ve suratını tahmin edebilirsiniz sanırım.

İngilizler, öyle güzel anlatıyorlarki hikayeleri, o kadar güzel görüntülerle süslüyorlar ki, bence istisnasız hepsi festival filmi. Ve evvet 2011 Iksav da gösterilmiş.

 Başrol oyuncusunu hiç tanımıyorum. Carey Mulligan, bebek yüzlü güzel bir kız.




Carey Mulligan Picture

Yüzü tanıdık gelen diğer oyuncuyu da, Süperman ın son filminden hatırlıyormuşum.
Andrew Garfield. Soyadı dolayısıyla ismini bir daha unutmam herhalde.

Andrew Garfield Picture

Özel bir yatılı okul görüntüleri ile başlıyor film. Herşey yolunda iken yavaş yavaş anlıyorsunuz neden bu insanların özel olarak yetiştirildiğini. Kendilerine çok iyi bakmak durumunda olduklarını. Karekterlerin konu hakkında ki kabullenişleri şaşırtıyor, zaman zaman isyan ettiriyor sizi. Bazan empati yapıp diğer tarafta olsaydım acaba bu kadar kolay yargılayabilirmiydim diyorsunuz.

Filmi seyrederken, bu daha önce seyrettiğimiz bir filme benziyor hatırladın mı dedim Cem e ama hatırlayamadım filmin ismini. Bugün araştırma yaparken gördüm ki aynı hikayeden uyarlanmış 2005 yapımı filmmiş. Konular benzer ama sanki iki ayrı film gibi. Arka arkaya seyredilebilir ve bence süper olur. Biri heyecan ve action ABD yapımı diğeri yumuşak ama konu süper ve vurucu; İngiliz-ABD yapımı.

Uyarlanan kitap; The Remains Of The Day - yazar;  Kazuo Ishiguro 

The Island Poster

Tesadüfe bakın ki, daha sonra Afrika nın ücra köşelerine bile arkadaşları ile giden, National kanal da seyrettiğimiz aktör oynamış filmde. Ewan Mc Gregor. Bir Afrika gezisinde aylardır karısını ve annesi görmeyen aktörün, onlara sarılışı ve söylediği sözler bizi pek sıcak duygulara düşürmüştü o bölümde.


Ewan McGregor Picture 

Scarlet Johansson ise pek tanınmış değildi o zamanlar ama fıstık gibiydi o ayrı. Annesi yahudi, babası Danimarkalı, Nyc doğumlu ve birsürü kardeşli bir kızımız Johansson.

Bizim dün akşam seyrettiğimiz film ise 2010 yapımı ve yönetmeni;  Mark Romanek 

Ada kız hala öksürüyor, kesik kesik sinir bozucu ama burun akıntısı daha iyi. Sınıfta herkes hasta, gelmeyenler var. Hayırlısı.

Kalın sağlıcakla.
Film seyretmeye giden anne.











29 Kasım 2012 Perşembe

Capuccino - Ikea


Merhaba,

Geçen hafta Belgin ve Batuhan ile İkea yaptık. Resimleri koyamıyorum. ....++*/

Küçükken, annemler zaman zaman kahve içerlerdi. Ben içebilirmiyim diye soruncada, çocuklar kahve içmez, kara olurlar derlerdi ve bende inanırdım ki içmezdim.  Yarın aynı şeyi Ada ya söylesem eminim annnneee der.  Gerçi bir yedi yıl kadar sonra aramıza katılan ve ismini koyduğum kardeşim de yemiyordu benim yediğim numaraları o ayrı. Vardı ben de bir ''sazan''lık oldum olası.

Üniversiteye başladığımda geceleri ayık kalabilmek benim için çok zordu. Kahve iç dediler. O zaman Türkiye de ''nesscoffee'' yok. Yani şu hemen olanlardan yoktu. Türk kahveside beni ayık tutmuyordu.

Sonra bir gün Almanya dan gelen bir komşumuz ''instant kaave'' yaptı, haydi deneyeyim dedim ve çok acı bulup beğenmedim.

Gel zaman git zaman sevdim ben bu  kahve içme işini. Hatta hazır olanları, kardeşim kadar olmasa da tükettim taa ki Karatay hocamız, işlenmiş gıda onlar ne içiyorsunuz ne olduğu belli değil diyene kadar. Gerçi bir süre önce içtiğim kafeinsiz olanlarda işlenmiş gıdaymış o ayrı. Böyle devir devir hikayeler devam etti.

Gel zaman, git zaman Starbucks teşrif etti Türkiye ye ve ben gülen ve herkese Allah Allah ille o markanın kahvesi mi  olacak, o kadar para verip kağıt bardakda mı içeceğim filan diyen ben, böcek boyası neyin dinlemedim ve oldum mu Starbucks çu.  Bide istersem fincan da içebiliyorum da. Üstelik bazan dolanırken içmek istiyorum, soğukta çabuk soğusun kahvem diyorum, elim ısınsın diyorum vesaire.  

Ingiltere deyken alıştığım, bizim çaydanlığa benzer ( küçüğü) demleme aletiyle yaptığım sert kahveleri, Türk kahvesini ( taze çekilmişi), french press tarzına bayılıyorum yahu. Nereden nereye değil mi.

Bu sabah ''french press'' ı kırdım iyimi, ne yapacağım, yarın almalı biyerden.

Bunca şey nereden mi aklıma geldi, Tijen in blog unda ki post tan. Ne güzel yazmış, ben yazsam anca bu kadar olurdu dedim ve buyrun altta paylaştım;

Fotoğrafta koyamıyorum ya ilaç gibin oldu valla.

Bi de artık Tchibo dan biri bana şu köpürtücüyü almalı yaw. Sanırım o ben olacağım.







Geçen bahar bir hastalığa tutulmuştum. Antalya'nın en iyi capuccino'sunu yapan yeri bulmak gibi garip bir hedef edinmiş, fellik fellik capuccino yapan yerleri gezmeye başlamıştım. Eskiden kahveyi sadece yurt dışı seyahatlerinde içen ben (çaycıydım çünkü), birdenbire kahve delisi haline gelmiştim. Ara tara çoğunun öyle pek matah olmadığını görmüştüm. Düşünün yani, o garip renkli kokteyl şuruplarından koyana bile rastladım. Kahvenin asaletine aykırı düşüyordu. Yüzümü buruşturdum. Bulaşık suyu kıvamında kahveler de gördüm tabii. İçemedim. Öyleydi böyleydi derken ben bir kahve fanatiğine dönüştüm. Eskiden de kahve severdim ya bir dönem içtiğim kahveler midemi bulandırınca soğumuştum kendilerinden. Oysa hakkıyla yapılmış (tabii buna kahvenin kalitesi de dahil) bir kahvenin hakikaten kırk yıllık hatırı var. Sonunda -yani Antalya'da iyi capuccino yapan yer bulamadığımdan, bulduğum da pahalı geldiğinden- bu işe el atmaya karar verdim. Normalde iddialı bir insan değilimdir ama kahve konusunda iddialıyım: Antalya'da en iyi capuccino'yu ben yapıyorum. Neden mi, çünkü günde tek bir tane yapıyorum. Yani zoraki değil, bilakis, keyif ve heyecanla yapıyorum. İkincisi, çok kaliteli, kıvamında kavrulmuş kahve kullanıyor, kahveyi de günlük olarak kendim öğütüyorum. Uzmanlar kahvenin taze öğütülmesi gerektiğini söylüyor ki haklılar. Baharat gibi kahve de öğütüldükten sonra hızla yitiriyor aromasını. Ocak üzerinde buharla kahve yapan mekanik aleti kullanıyorum. (Şu fotoğrafta gördüğünüzün biraz daha eskisi. Kahve pişirme aletim Işıl'dan kalma, kullanmama izin verdiğin teşekkür ederim Işıl'cığım!) Pilli süt köpürtücüm var. Sütü önce kaynatıyor, sonra fincanda köpürtüyor, kahveyi de üzerine döküyorum. Bazen bana sürpriz yapıyor kahvenin son damlaları ve ortaya bir kalp çıkıyor. Tamamen tesadüf. Ya da belki değil. Belki bana, "teşekkür ederim, seni seviyorum" diyor kahvem. Asıl ben onu seviyorum. Her gün öğle yemeğinden sonra bir fincan içtiğim kahveyle aramız pek sıkı fıkı da işin kötüsü kendimi çaya ihanet etmiş gibi hissediyorum.

Link;  http://www.mutfaktazen.blogspot.com/2012/11/her-gun-evde-kahve-keyfi.html



Ikeada 40 Tl ye gördüğüm ve almadığım küçük kahve demliğini alaydım keşke. Ah.. ah. Belgiiin kulakların çınlasın.

Ada kız dan;

Carrefour a girdik bugün, cillop park yeri buldum, girerken biraz tereddüt ettim, bunu farkeden Ada arkadan, anne girme yaw şimdi sen bu yere, çarparsın filan,  aşağıda park yeri vardır nasılsa dedi iyimi.

Park ta oynarken çocuklara, bir çocuklar.. çocuklar, Hayır dedim size diyişi vardı ki, sanki o 15 arkadaşları 5 yaşında. Hey Allahım ya.




Film seyretmeye ve Adaçayı içmeye giden anne Çiğdem

Blog a resim koyamamak ve oradan buradan.

Merhaba,

Evvet, resim ekleyemeyince, yazma şevkim gitti iyimi.

Daha Cem konu ile ilgilenmedi.Ben internetten bazı bilgiler buldum;

Mesala, Bir Dut Masalı adlı blog da bu problemi yaşamış, ne yapmış buyrun link e; http://birdutmasali.blogspot.com/2010/12/masal-bitti-mi-ne.html

Kimi blog larına şöyle yazılar koymuşlar ki benim işime gelmiyor.
link;http://sozener.blogcu.com/yaaaaa/6183120

yaaaaa!


artık bloğuma birşeyler koyamıyorum..diyor ki kota doldu..oysa şablonumu ve bloğumu çok seviyordum.yeni bloğum.sozener.blogspot.com(hanımeli örgü dünyası) ve ihvan_sozener.blogspot.com(gül gibi hayat).....

Fotoları dönüp küçültmek benim de işime gelmiyor açıkçası.

Neyse bakacağız bir hal çaresine.

Okullarda artık çocuklara önlük giyme mecburiyeti kalkmış. İyi mi kötü mü bilemedim.

Ücretlilerinde beyanname verip, harcamalarını gösterip devletten vergi aidesi alması fikrine bayıldım.

National Geographic kanalında, İstanbul un yerden yere vurulması, haklı olsalarda, hiç hoşuma gitmedi.

Dün gece eşime bana Ivana Sert ten elektronik mesaj geliyor iyi mi dedim. Ne dese beğenirsiniz, e.. bana yönlendir.  Öldüm gülmekten billahi.

Bu sene sanırım Kış gelmeyecek.

Okuduğum kitapta ki bir cümle içimi ezdi; babası çocuğunu berbere götürmüş ve boyu uzasın diye, kendi ceketini katlayıp sandalyeye koymuş. Çocuğun, ömrü boyunca babasından gördüğü tek yakınlık buymuş.

Tekrar '' ekşi maya '' çalışmalarına başladım. Detay için bakınız; 
link;http://cafefernando.com/turkce/eksi-maya-ile-ekmek-yapimi/
Daha birinci gündeyim.

Bugün yaptığım ekmek süper oldu. Zaten ''peyniraltısuyu'' kullandığımda hep yumuşacık oluyor.

Yarın Eda doğum yapacak, haydi hayırlısı. 

Dikili belediye başkanının yaptıklarından hiç haberim yoktu benim. Değişik bir adam yaw.

Cem e her akşam boynu için krem sürüyoruz ve ardından sıcak su torbası koyuyoruz, şu an içeride küfür ediyor, sanırım yine heryer su oldu. Ilık ılık akıyor farketmiyor tabi. Hain bir kadınım ben; gülmekten gözlerimden yaş geliyor.

Kızım, Atakan ile eğlenecekmiş, O Atakan a, Atakan da ona aşıkmış, nasıl.

Kuaför den can Murat ile sohbet ediyor bizim kız, Murat soruyor, ne oldu Yiğit, artık o değil başkasını seviyorum diyor bizimki. Murat da cevap hazır, ha doğru yolu buldun, beni seviyorsun artık değilmi, bizimki gülüyor, hayııırr, Atakan var şimdi.

Fotoğrafsız olmuyor ki, yazacak şeyler de birikti.


Sızlanan anne Çiğdem






26 Kasım 2012 Pazartesi

İmza : Kızın ve oradan buradan.

22 Kasım 2012 Perşembe

Ölüm uykusu / Mientras duermes


 Iyi akşamlar,

Aman ne ıslandık bu sabah. Sucuk gibi yada bundan yıllar evvel anneannemin eski alaturka tuvaletinde gördüğüm, cumburlop deliğe atlayan sıçan gibi.

Yağmur yağmaz canım diyerek şemsiye almadan çıktık yürüyüşe. Bir başladı, aman canım geçer dedik, hoop hızlandımı, hemen çantamın altından yağmurluğu çıkardım ve başladı herkes gülmeye, Allah iyiliğini versin, bizde zannettikki kendin için yağmurluk çıkarıyorsun. Dedim ki aaa çantam daha önemli, içinde herşey var. Böylece ilk defa sırt çantamın  yağmurluğu da test edildi ve sınıfı geçti.

12 bin adımımızı tamamladık bugünde. Yarına ayakkabılar kurumaz.
Yolda karşılaştığımız annem şemsiyesini verdi ama onu da küçük kıza verdik. Zaten rüzgar herkesi ıslattı. Annem. Sağolsun.

Öğretmenler günü için hediye işlerinide hallettik. Hazırız.

Ada kızı almaya gittim bugün okuldan, Emine hanm seslendi, Adaaaa hadi kızım annen geldi, içeriden şöyle bir ses geldi '' Ammaaannnnnnn'' . Görücem onu ben seneye, dersler başlayınca.

Geçen akşam yine şaşırtıcı ve hislerimizi donduran bir film seyrettik. Şiddetle tavsiye ediyorum, seyrediniz.

Cesar adında bir kapıcımız var ana noktada, mutsuz bir varlık, mutsuzluğunuda paylaşmak istiyor insanlarla, özellikle mutlu olan insanlarla  !!
Nasıl yani oluyorsunuz ve beyfendinin yöntemleri size acaip ilginç, soğuk, ruhsuz ve hayret uyandırıcı geliyor. Koltuğa mıhlanıp kalıyorsunuz, zaman zaman yok artık diyorsunuz. Diyaloglarda çok güzel ve bence senaryo çok zekice kurgulanmış sıralanmış.


Ölüm Uykusu veya orjinal adıyla Mientras duermes.
2011 İspanyol yapımı,
102 dk mış.
Yönetmen Jaume Balaquero,
Oyuncular; Luis Tosar, Marta Etura, Carlos Lasarte, Tony Corvillo...

 Luis Tosar



Marta Etura


 Carlos Lasarte

Carlos Laserte, filmde beni oynuyordu sanki, haliyle bayıldımm.
Gerçi filmin sonunda kahramandan okkalı bir cevap aldı ve arabası helak oldu o ayrı.

Diyalog şöyleydi;

Şimdi mutlusun değil mi piç kurusu?
Cesar: Aslında değil Henüz değil.....

ve sonra bişey oldu ki, anlatama. Dedim ya seyrediniz ltf.


Senaryo, Alberto Marini




Son aylarda çok güzel İspanyol filmler izliyoruz. Kore filmlerine şaşırdığımız gibi. Yani demem o ki, Ispanyol ve Kore filmleri festivallerde kaçırılmamalı.


Menü mü; Sarma ve tarhana çorbası.

Kalın sağlıcakla

Filmkolik anne Çiğdem

20 Kasım 2012 Salı

Tankut Öktem Sergisi - CKM

Merhaba,

Resim, Asortik krep ten. Muhteşem değil mi??
Link; http://asortik-krep.blogspot.com/




Geçen Cuma, Cem in dr. ziyaretinden sonra Caddebostan Kültür Merkezi ne de uğradık.
Kitapçılara bakarız diye.

Yukarı, ara katta bir sergi vardı, heykeller filan. Merak ettik ve gezdik. Orada o ara katta, bildiğimiz ama bilmediğimiz bir dünya varmış. Aydınlandık, gururlandık ama serginin sonunda da çok hüzünlendik. Şok olduk. Biz o gün oarada Prof. Dr. Tankut Öktem i tanıdık.

Geç kalmıştık..




Heykellerinin çoğunu görmüşüz, biliyoruz ama hiç kim yaptı diye araştırmamışız. Kendimize inanamadık. Ama evet biz bu değeri kaçırmışız. Çok üzüldük, çok üzgün ayrıldık CKM den.

Böyle bir değeri tanımamış, tanıtmamış olan ülkem adına ise bir kez daha üzüldüm. Yurtdışında olsa böyle bir sanatçı herhalde yere-göğe konulamazdı.

Bir röportajında şöyle demiş;

Kaynak; http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/428679.asp

Öktem, Bursa’nın Gemlik ilçesine bağlı Küçükkumla beldesindeki atölyesinin 6 Mart 2006 tarihinde yandığını anımsatmış, “Atölyem yandıktan sonra devletin çeşitli kademelerinden bir geçmiş olsun dileği bekledim. Bu, Bursa Valiliği dahil bir tek kişinin bile aklına gelmedi. Türkiye’de 100 şehitliğin 90’ını ben yapmışım, böyle bir kişiye bir jestte bulunmak ‘geçmiş olsun hoca’ demek, 30 torba çimento gönderip jest yapmak bu kadar zor bir şey mi” demişti.



Sergide 6 yaşında balmumundan yaptığı heykelleri görseniz, onun bu iş için dünya ya görevli geldiğine sizde bizim gibi inanırdınız. Üstelik kırsal da, bal yedikten sonra ağzında kalan balmumunu yapışkan olduğunu farkederek bu malzemeyi kullanmaya başlamış.

Yaptığı çizimlerden ve çalışmalardan örnekler vardı, inanılmazdı.

Heykellerin yüz ifadesi, yüzlere yansıltılmış hüzün özlem muhteşemdi. Taş değillerdi sanki.

Fikir edinmek için şu kısa film izlenebilir. Link; http://www.dailymotion.com/video/xf4vad_tankut-oktem-heykel-sergisi_shortfilms

Ankara da ki,Kara Harp Okulu içinde ki Atatürk Heykeli  de mutlaka görmeliyiz dedik. Mutlaka. O ne muhteşem yapıt. Galiba 2008 de TIME a kapak olmuş.

Manisa da yıllarca önünden geçtiğimiz ve merak ettiğimiz heykel de, Kuvay-i Milliye diye adlandırılmış ve  meğer Öktem in çalışmasıymış. 63 metre ile Dünya nın 3. Türkiyenin en yüksek heykeliymiş.

Çanakkale de 100 den fazla esere imza atmış.

1940 Ta doğmuş ve 3 yaşına kadar değerli ailesi ile birlikte Muş ta kırsal da yaşamış. Sonra çocuk gördüğünde çok şaşırmış çünkü kendisini dünyada ki tek çocuk sanıyormuş. Sonra Edirne ye taşınmışlar. Yahudi mahallesine. Daha sonra da ailesinin mesleği dolayısıyla kent- kent dolaşmışlar.

Annesi de resim e karşı çok yetenekliymiş ama veteriner olmuş. O yıllarda ki veteriner açığı yüzünden. Tankut Öktem in resime yeteneği 2 yaşında ortaya çıkmış, 3 yaşında hasta olunca diş hekimi olan dayısı ona oyalansın diye, diş hamuru getirmiş, asker şeklinde, ertesi gün bakmışlarki askerler iki tane olmuş.

4 yaşında ciddi resim çalışmaları yapar. 5. sınıftayken annesi onu resim yarışmasına sokar. Dereceler açıklanır ve Tankut Öktem in adı yoktur. Annesi haydi oğlum der ve tam çıkarlarken, birde üstün  yetenekli tanımlamasına uygun bir çocuğumuz var anonsu duyulur ve Tankut Öktem ismini okur.

Daha sonra ki yıllarda sıkı bir solcu olur, hatta vurulan Turan Emeksiz in hemen arkasında bile yer almıştır ve bu gönül borcuyla tüm Anadolu yu otostopla gezmiştir.

Tankut Öktem’in Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’ndaki hocaları seçkin bir grubu oluşturuyordu.Bir anlamda yeni kurulmuş olan okulun idealist hocalar kuşağıydılar.Aynı zamanda okulun müdürlüğünü üstlenen Cevdet Koçak,Jan Grave,Ralf Russ,Krepaz ve Kenjikato Tankut Öktem’in yetkin eğitici hocaları oldular.Sanatçının heykel konusunda eğitim aldığı tek hoca ise Hakkı Karayiğitoğlu’dur. Hocası için ‘Benim kanaatime göre Hakkı Karayiğiyoğlu heykeli bilimsel diyebileceğim nitelikte en iyi bilen hocaların başında gelir’ diyen Tankut Öktem’nin bir diğer önemli hocası ise Şadi Çalık’tır.Ondan teorik bilgiler alan sanatçı ‘Şadi Çalık’tan klasik sanatla modern sanat arasındaki farkı öğrendim’ diyecektir.Sanat eğitimi sırasında heykeltraş Nusret Suman’ın atölyesinde çırak olarak çalışan sanatçı; usta hocasının bazı heykellerin de alt yapı kurgusunda çalışmıştır.Ve daha sonra ‘Heykel tekniklerini Nusret Suman’dan,heykelin ne olduğunu ise Hakkı Karayiğitoğlu’ndan öğrendim’ diyecektir.Sanatçı 1962’de Almanya’da Shone Wald porselen fabrikasında staj için yurtdışına çıkar ve buradaki çalışma sanatçının deyimiyle ona yeni duygu ve çoşkuları aşılar.

Amasya tatmimi heykelini hazırlarken bir grup tarafından taşlandı.Cumhuriyet heykellerine çalışırken askeri yönetimin karşı olduğu şair Nazım Hikmet’in de heykellerini yapmıştı.Çünkü sanata ve yaratıcıya aynı saygıyı duyuyordu.Onun için önemli olan yaşamın kahramanlarıydı.Yaşamı başarmış onuruyla kazanmış herkesin heykeli yapılabilirdi.

Tankut Öktem’in 1967’de yaptığı Trabya Oteli Heykeli sanatçıya ilk 1’cilik ödülünü getirir.Aynı yıl 10’cu uluslararası Heykel Sergisi’nde yine 1’cilikle ödüllendirilecektir.Bunu izleyen yıllarda arka arkaya sanatçının başarıları sürer. 1973’de Edirne Kırkpınar Anıtı’nı gerçekleştirir ve 1’cilikle ödüllendirilir.1974’de sanatçının şaheserleri arasında yer alan Amasya Tamimi Anıtı’nı yaratarak 1’incilik ödülüne layık görülür.Bu yıllar Tankut Öktem’in en velud yıllarıdır. Yine aynı yıl 1974’de Mersin Kuvay-ı-Milliye Anıtı’nı yaratan sanatçı yine birincilikle ödüllendirilir.1979’da Arkeoloji Müzesi Seramik Dalı 1’incilik ödülünü; jüri Tankut Öktem’e verir.Tankut Öktem daha kariyerinin başında arka arkaya yaptığı eserlerle herkesi geride bırakmakta ve birinciliklerle onurlandırılmaktadır.Bunu izleyen yıllarda 1980 Kıbrıs Magusa Özgürlük Anıtı,198I İstanbul’un Fethi anıtı,1984 Ankara Meçhül Öğretmen anıtı,Havacılık anıtı,Zonguldak Maden İşcileri anıtı,1992 İzmir Türk Denizciler anıtı,1993 Afyon Kocatepe anıtı,ı994 Lefkoşe Dr Fazıl Küçük ve Kız Çocuğu anıtı, 1995 Kastamonu Atatürk ve Şerife Bacı anıtı,1993 Aydın Efe anıtı,1995 Ankara Sabiha Gökçen ve Atatürk anıtı,1995 Çanakkale heykelleri; Kartal heykeli,Mehmetçiğe Saygı anıtı,Sargıyeri Şehitliği anıtı,Çanakkale Şehitliği Dur Yolcu Anıtı,Çonkbayırı Mareşal Atatürk anıtı,Yaralı Asker anıtı,1997 Marmaris Balıkçı heykeli,1998 Nasrettin Hoca heykeli,Karaman Elmalı Kız heykeli,Seyit Onbaşı heykeli,1999 Uludağ Üniversitesi Atatürk ve Gençlik anıtı,2000 Uşak Cumhuriyet anıtı,Samsun ilk adım anıtı,2002 Anıtkabir Aslan heykelleri,Bodrum Atlı Atatürk anıtı,Alparslan Heykeli,Eskişehir Hacı Bektaş heykeli ,2003 Kırşehir Neşet Ertaş heykeli, 2004 Manisa Kuva-İ-Milliye ve Atatürk anıtı,2005 Antalya uluslararası hava alanı çıkış salonu seramik rölyef pano,İstanbul Nazım Hikmet heykeli,Abidin Dino heykeli,Kıbrıs 2006 Atlı Atatürk heykeli,tek fügürlü heykellerinden; Dalyan Deniz Kızı,İstanbul /Ulus Adnan Saygun ,Kırşehir Dadaoğlu heykeli,Eceabat Yaralı Asker heykeli,çoklu figürlerden; Efeler . Marmara Üniversitesi rektörlük girişine yerleştirilen altı metreye üç metre bronz duvar panosu ve sayısız isimsiz büste imzasını atmış ve hepsini Türk toplumuna armağan etmiştir.Çanakkale’den Kars’a kadar neredeyse tüm kentlere anıt heykellerini yerleştiren Tankut Öktem bir halk ve liderinin efsanesinini bu yapıtlarıyla sonsuza armağan etmiştir.‘Ben çalışmada ilhama inanmıyorum.Konsantrasyon ve disipline inanıyorum’ diyen Tankut Öktem 1965’de Kumla’ya yerleştikten sonra 1980’de aynı yerde kurduğu heykel gerçekleştirerek Atatürk’ün idealist kuşağından biri olarak şimdiden adı ölümsüzlere yazılmıştır. Tankut Öktem için önemli olan ruhun kahramanlık mertebesiydi .Bu nedenle yaşamın her alanında duyarlılık taşıyan Tankut Öktem 1993’de yakılan Madımak otelinde ölenler için ‘Ölü Ozanlar’ anıtını gerçekleştirerek hiçbir siyasi kamptan olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Bu toprağın saygıyla anılması gereken büyük şairlerini; Pir Sultan Abdal’ı, Hacı Bektaş Veli’yi,Aşık Mahsuni’yi,Dadaloğlu’nu,Mehmet Akif Ersoy’u, Nazım Hikmet’i, Neşet Ertaş’ı,Yunus Emre’yi tanrısal elleriyle bronzun içine kanatlı birer ateş kuşu gibi yerleştirerek ve bu ulu ruhları göklerden indirip onlar için yaptığı yuvaya çağırarak, varoluşun madenini, taşını yeniden canlandıran bir şakirt olarak Tankut Öktem bu heykel grubuyla; ölümsüzlüğün figürlerini sonsuza atfeder.Ve burada yaratılan aynı zamanda; toplumsal hafıza mekanların tazelenmesi ve en yücenin yaratıcı sanatçıyla buluşup şafak şölenlerinin kızıl ateşini kıvılcımlı elleriyle tutuşturan ve her iki şafağa da yemin eden ölümsüz bir yaratıcının sonsuzluğa armağanından başka bir şey değildir.Ölü Ozanlar anıtında yanan kusal ateş Tankut Öktem’le birlikte hiç sönmeyecektir.
 son dönemlerinde heykel atölyesi iki defa kundaklanarak yakılan Tankut Öktem 2007’de en verimli çağında çok ani bir trafik kazasında bu dünyadan ayrılmıştır.

Ve bu kaza, hiçbir ışığı yanmayan bir kamyonun, boğaziçi köprüsü üzerinde geri geri giderken arkadan gelen Öktem yönetiminde ki aracın çarpması ile olmuştur. Bir nevi cinayet. Bir değer kaybı.

 
Gülseli İnan ın yazdığı uzun bir yazıdan kopyalanmıştır. Kaynak;
Link; http://www.tankutoktem.com/biyografi/tankut.oktem.html


Prof. Dr. Tankut Öktem, ölümünün beşinci yılında Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir retrospektif sergiyle anılıyor. Sergi, 31 Ekim-10 Aralık arasında görülebilir. Tel: (0216) 467 36 00   

GEZMENİZİ ŞİDDETLE TAVSİYE EDERİM.

Ayrıca kızı Oylum Öktem ''Babam'' adlı bir kitap yazmış, onu da almak istiyorum.

Heykeltıraş Babam, Oylum Öktem İşözen

























Dertlenmiş anne Çiğdem




18 Kasım 2012 Pazar

Dalyan da, kiralık ev bulmak, aramak..

Merhaba,

12. Kasım da kızımın uçağa binme heyecanıyla düştük yollara.
Uçağa bineceğim diye saat sabah 04,00 de hoplaya zıplaya kalktı.
Çok sık uyarmak zorunda kaldık, hişşş komşular uyuyor kızım diye :-)

Arabamızı hava limanında ''bedava'' biryere parkettik. Teşekkürler Yaprak, Araba kirasının bir günü senden çıktı. Üstüne bide bize harçlık verdin. Kardeşim  beaaaaaa...


İşte uçağımız. Gidiş dönüş 160 Tl, üstelik taksitle ve evet 3 kişi.
Şenay sağolsun, o, bize haber vermişti ve 6-7 ay önce almıştık biletlerimizi.


Baba - kız, Türk filmi karesinden fırlamış gibiler değil mi.
Cem biraz utandı fotoğraf çekiyorum diye ama ben yüzsüz tınmadım.
Kimene dimi ama.


Koç Müzesinde içine girip gezdiğimiz uçağın kokpiti kadar olmasada, bu değerli insanların yeri küçük bence.


Meraklı bakışlar.



Manzaralar.


Lekeler iç camda. O kadar dolmuş gibi ki, uçağın içi temizlenmemişti bile. Gelip yolcu boşaltıp tekrar kalkıyorlar. Taksim - Bostancı dolmuşu gibi. Hatta Dalaman da dönüşte, biz cam kapının önünde birikmişken, inenler bitti ve biz bindik, o kadar diyim size! Hostes kızlara da yazık a acanım.


Ada nın objektifinden biz.


Soda istedi, kulakları açılsın diye ''he '' dedik. 4 Tl, su 3 Tl.
Islak mendiller bedavaaaa..
Pegasus a selam yola devam.

Dönüşte, Cuma günü  Ada yı büyükanne ye bırakıp Cem için dr. a gittik sonra sinemaya gidelim dedik, başarılı olamadık. Onun yerine cadde de bir yürüyüş yaptık. Eve döndüğümüzde Ada oyun oynuyordu ve şöyle sesler geliyordu; veee Pegasus, Dalyan a indiiiii..

Dalaman a zamanında indik, günlük kirası 50 Tl den olan dizel Doblo yu aldık. Amma ucuz etin yahnisi, aracı bize teslim edecek beyi biz uyandırdık. Cem i sıkıştırmasam ''ara,ara'' diye adam uyuyor bizde bekliyor olacaktık. Çıkışta ki cafe de birşey yemeyin, acaip pahalı ve özensiz. Bir çay ve tosta 9 Tl verdik. Üstelik Ada tostu beğenmedi.  Bu arada dizel bize süper geldi 50 Tl benzin aldık ve 4 gün dolandık. Bizim araba olsa ohooo....


Karnımız aç tabi, Dalaman da bir pastahane bulduk, oranın en çok çalışan pastahanesi. Mutfak açıktı, bu görüntüler hoşuma gidince izin isteyip çektim.


Adı da ilginç Merdane. Amma bir çalışan, yeni fırından çıkmış açma ları getirirken, Cem, masada kalorifer böceği görmüş, adam tepsiyle itmeye çalışıyormuş ki, Cem bir fiske atmış, artık tepsiye mi girdi bilemem dedi. Bilin bakalım ben ne yedim; açma. Fiyatlar uygun, lezizi ve hiç müşterisiz kalmayan bir yer. Böceklerin bile.



Neyse ki bir milyoncu, onlarsız nasıl yaşarım. Yanına hiç oyuncak almayan Ada ya bir tahta ve kalem aldım. Bayağı oyalandı tatil boyunca.


Ada kız, koltuğuna kurulmuş.


Cem, ya hanımmm derken..


Oh Dalyan a agirdik, hava mükemmel. Geçen hafta yağpan yağmur yüzünden heryer yemyeşil.


Portakal, mandalina, nar  ve limon lar ağaçtan dökülüyor biz Istanbul lular dışında bakan yok.


İşte tam bizim istediğimiz gibi bir ev. Ama bu tip evlerde ya sahipleri oturuyor yada boş, Yaz ın gelecek sahiplerini bekliyor. Yıllık kiralık bakana ev yok, çünkü burada yaşayanlar sadece Yaz mevsiminde evlerini kısa süreliğine kiraya vererek tüm yıl parasını hatta daha fazlasını kazanıyorlar. Tok ve zengin yerel halkın yaşadığı  bir yer Dalyan.


Bunlar ağaç üstünde kalan ''yaban'' dedikleri nar lar. Nar lar ağaçtan toplanmış, kalan para etmeyince adı ''Yaban'' oluyor. Nar ların kilosu üreticiden 0,20 krş alınmış bu yıl. Ama merkezde ki Migros ta kilosu 4,5 Tl. İroni, üzücü. Nar lar şahane.


Dalyan da ki abimiz Kerim bey.


Arkası Nar bahçesi, zeytinlik ve dağ. Nefis bir ev, şömine, e ufak da bir havuz olsun değilmi. En yakın komşuda uzaaaakkk ve Irlanda lı, daha ne olsun. Yok mu bize böyle bir eevvv..



Aynı evin dıştan bir açısı.


Başka bir ev.


Dalyan merkez, kanal kenarı.


başka bir açı.


Heryerde köpekler, kediler. Biz bayıldık ama kabul etmek lazım ki bayağı bir şımartılmışlar ve aslında yetim ve öksüzler, sahipleri onları bırakıp gitmiş. Bazan toplanıyormuş ve umarım katledilmiyorlardır. Dalyan a taşınabilirsek uğraşlarımdan birisi olacak herhalde bu konu.


Kanal ve harika akşam ışığı.


Yaz mevsiminde bu kadar park etmiş tekne bulunmaz tabi.


Sevgi yolunda kızmın objektifinden biz.
Yapışın, yapışın  .. diyor kızım, yapıştık.



Aynı yol üzerinde bir iskele.


Suyun dinginliği, huzur. Sivrisinekler :-)


Baba-kız.


Öyle ortaya çıkıverdiler ve Ada nın verdiği otları yediler valla.


Daha da fazlası geliyor.


Sevimliler.




Akşam, manzaralar harikaydı. Çok ama çok güzel, yeni edinilmiş dostlarla harika bir 4 gün geçirdik.


Kızım durmuyor.

Bu kare süper olmuş değil mi.


Sabah kahvaltılarını ettiğimiz ve sosyalleştiğimiz Çınar altı. Yan tarafta kliseden devşirilmiş Cami.
Meğer önceden mezarmış burası, yani mezarın üstünde sosyalleşmişiz. Allah rahmet eylesin.
Hikayeler sonraa gelir tabi, hele bir taşınalım.




Seviyorsunuz, onlarda gelip ayağınızın dibine kuruluveriyorlar. Çok şekerler çook.


Ada çaktırmadan kendini çekmiş.

Ev bakmak ve çevrede dolaşmak bir zaman sonra onu sıktı tabi, Ada hep parkta oynamak istedi ama olmadı. Yine de çok iyi eşlik etti bize. Sağolsun. Nazar değmesin. Tabi benim fotoğraf makinasıda çok faydalı oldu. Gerçi bin kare ''karbeyaz'' dediği köpek var ama olsun. Arzuuuu, kulakların çınlasın.


Sohbetteyiz, bizi çekmiş haberimiz yok. Bir Alman la evli, Ayşenur hanım, okul annesi Didem hanım ve biz. Güneşe vermişim sırtımı, kemiklerim ısınıyor ohh...



İztuzu na gittiğimiz gün oarada olan çekme karavan. Nefisss ... ben tabi motokaravan ı tercih ederim.


Kum, çocukların en sevdiği şey.


Ada nın ayakkabılar ve çoraplarla başlayan soyunma işi, sonra denize girdi kızım ama o esimleri paylaşmıyorum. Kasım 14 ve kızım denize girdi. Bizde mayo yoktu olsaydı kaçmazdı.


Yürüyüş.



Aile. Bakın, baba ya nasıl yanaşmış.


Bab - kız, cankurtaran kulesinde.


Kaptan June adında geçen sene Kraliçe den ödül almış ve Dalyan ı kurataran bir hanım var ve Kaplumbağaları tabi. Sağolsun, çok yaşasın. 1980 li yıllarda gelmiş ve bu bölgeye hotel yapılmasını bile engellemiş. Diyorum ya çok yaşasın.Şu ana sanırım 90 lı yaşlarını sürüyor ve hala tosbağasını kullanıyor. Maşallah.
Hikayeler sonra oraya yerleşince gelecek inşallah.

Yukarıda ki fotoğraf, Kaplumbağa ları kurtarma için ayrılmış olan bir bölümden, tabi papatyalar. Çok severim papatyaları. Sanki Kış değil de Bahar geliyor.




Geçen sene biz İztuzun da Ada ile keyf yaparken Cem Radar a yürüyerek çıkmıştı. Bu sene bizi araba ile çıkardı, manzara muhteşem.


Selin aradı, tam bu noktada, o yükseklikte bile yoğurt ve süt muhabbeti yaptık :-)

 
Taştaki resime dikkat.


Kaldığımız Apart tan çıkışı. Günlük 50 Tl verdik. Yaz mevsimide en az 150Tl olan yere.
Havuzsuz olmaz.

Kaktüs ler süper.

Bir diğer evin güzel bahçe kapısı.


Bir başkası abartmış. Ama bahçesi kocaman abartabilir tabi.


Bahçesi.


Kanal kenarında bir lokanta.


Pencere ve bitkiler süper.


Biberiye.


Ada nın okulu.
Ehi..


Bahçedeki bisikletler.


Türkiye birincisi bu okuldan çıkmış. Şimdi Koç da tam burslu okuyacakmış.


Puanlar süper.
Sınıflar 17 kişi.
Dizi dizi değil, küme biçiminde diziliyorlar sınıfta  ve öğretmen ortada ders anlatıyor.




Okul çıkışı Ada ve bir başka şahaser köpek.


Yemek yediğimiz lokantanın kedileri.


Ada kızın objektifinden. Yapışın sesleri arasında.
,

Bir diğer, bayıldığımız bir  ev ama pahalı ..
Evlerin içi küçük ve ecüş bücüş ama bahçe, ah o bahçeler. Tabi hepsinde değil. Topu topu 10 ev beğendik, yedi tanesinde zaten ev sahipleri vardı, düşünün artık.



Tekne turu yapmadan olmazzz...
Horozlar köyüne geçiş.



Ada kız üzüldü kısa sürdü diye ama ne yapalım.


Tam zamanıydı Dalyan a gitmenin.
Işıklar, manzaralar süperdi.


Buzağı bir baktı, uzun uzun baktı ki, e fotosu çekile dedik. O ara tavuğun teki, zıplayıp zıplayıp, buzağının bedeninden bazı böcekleri yiyordu. Çok hoş ve komik bir manzaraydı.


Horozlar köyü civarında kokoş kızım.


Fazla laubali köpeklerden biri. Ama öyle güzeller ki.



Ada nın sanat çalışmaları.


Apart ımızdan sefilliklerimiz.
Olsun biz eğlendik ve ihtiyacımız giderildi.
Sağolsunlar.
Uzun kalsak orayı da eve çeviridik o ayrı.



Fiyonk makarna ve meksikan sosumuz. Hazır maalesef. Tavsiye etmem.
Ama hayat kurtardı.
Ada nın makarnası  peynir soslu.


Cem öğrencilik yıllarını hatırladı bu apartta.
Gazeteler okundu v.s.
Iyiydi.
Zaten hep erken yatıp erken kalktık. Sessizlik süperdi.
Ertesi sabah 08,00 de geln iş makinası hariç. Yan taraftaki arsaya temel attı. Çukur kazarak değil radyant.
Buldu bizi yine yani.


Baba-  kız keyfi.

İlk gece Ada yatağına yattı. Bizde diğer odaya geçtik, gazateler filan. Aaa.. o ne Ada kız için için, içini çeke çeke ağlıyor. Koşturduk, e ne oldu kızım. Ayım yanımda değil dedi. 3 aylıktan bu yana uyuduğu ayısı. Cem de hemen yanına gitti ve dediki;  amaaann kızım ben varım ya, kahkahaya boğulduk tabi. Birlikte uyudular, baktım giden gelen yok ben de yattım saat 20,00 de.

Nazar değmesin kuzularıma.


Bir diğer güzel ev.


Kaptan June hanım ın evi, dışarıdan görünüş.
Tabelada şu yazıyor;   Köpekleri boşverin, esas evsahibinden korkun. :-)



Başka açı.



Sokağa da ismi verilmiş. Eferim.
Ama aynı sokağı taş döşeseler öyle tozlu bırakmasa belediye, biraz vefa borcu ödeseler.. ahh.. memleketim.



Bir başka güzel ev. Tamam o mavi fayanslar olmamaış ama onada bakarsak Dalyan a gitmek hayal olacak bize.


Dalyan köpeği. Başka tanımlama olmaz.


1000 tane fotoğrafı çekilen Karbeyaz.


Bu da bir akşam, güzel bir akşam. Su öyle durgun, manzara öyle güzel ki.

İşte böyle.
Allah sonumuzu hayır etsin, ne diyelim.
Şöminesiz eve bile razıyım artık.

Hayal kırıklığına uğramış anne Çiğdem