Bilenler biliyor, diyetimde, kaçamaklarım olsa da Karatay cı oldum ben. Önceden hep Tadım alırdım tüm kuruyemişleri sonra hem ekonomik açıdan hem de kavrulmuş kuruyemiş yememek gerektiğine inandığımdan ve tabi buraya taşınmamızdan dolayı kuruyemişlerimiz burada yerel pazardan almaya başladım.
Önce hiç alışamadık ama sonra lezzetler inanılmaz gelmeye başladı. Mesela yerfıstığı, kavrulmuş, kavrulmuş tuzlu veya çiğ alabiliyorsunuz burada. İlk Dalyan lı arkadaşımız Aysun, hımm çok güzel, eve götüp 10-12 dakika fırınlıyorum, tadına doyamıyoruz demişti bir sohbette. Sonra ilk denediğimizde tüm aile hayır bu bize göre değil dedik. Ama ben vazgeçmedim ve şimdi ma- aile buradaki kuruyemişlerden çok memnunuz. Off hele sarı leblebi muhteşem. Sanırdımki, Sandıklı, Afyon dan daha güzel sarı leblesi olan yer olamaz. Meğer Denizli de çok iyiymiş bu konuda. Tescillendi.
Antep fıstığı o kadar iyi değil ama acaba Tadım da sade kuruyemiş mi yiyoruz. Evet, paketlerin üstünde öyle yazıyor ama bilinmez. Geçen gün bir markanın paketinin üstünde, onun için de bu olabilir bunun içinde şu olabilir ibareleri vardı. Sanırım dolum yaparken karışabilir yada havada uçuşanlar diğer paketlere girebilir diyorlardı, yada ben öyle anladım.
Bir de tabi, hep aynı boy aynı lezzette yiyorsunuz kuruyemişleri. Sonra burada Denizli nin yaylalarından gelen cevizleri yiyince anlıyorsunuz ki, cevizlerin hepsinin aynı çıkması mümkün değil. Kimi kuru, kimi acı, kimi de sanki başka biryerden gelmiş gibi leziz, sarı ve harikulade. Artık cevizleri yıllık alıyoruz. Badem leri kabuklu ve yayla dan gelenlerden, düşerse Datça bademi alıyoruz.
Hep sevdiğim gibi, kuruyemişleri kavanozlara koymam gerekiyor. Gözüm de doymalı. Ceviz veya diğer kabukluluları da, annem hiç sevmez, büyük kaselere. Hem burada veranda daki masaya koyunca, kuşlar da sebepleniyorlar. Bir bakıyoruz dışarıdan bir ses, çat, çut, cevizi yada bademi kaçırırken düşürüyorlar. Çoğu zaman kırıp onlara da veriyorum, kimileri alışıyor bile. :)
Kırdığım kabukları da biryerde biriktiriyorum, ya mangala yada Kış ın yakılmak üzere saklıyorum. Yanarken Çok yüksek enerjileri oluyor bu kabukların. İnanılmaz. Bugün kabukları kırarken son üç gündür arka bahçeye gelen Leylek de bizi yine ziyaret etti. Komple su altında bahçe artık neler neler buluyorsa, gırtlağından geçen yiyecekleri ki bunlar kurbağa, solucan ve umarım bolca sümüklüböcektir, görüyoruz. Cem epeyi fotoğrafını çekti Leylek in aslında ama daha paylaşmadı benimle.
Kabukları kırarken eğer Poyraz ortada yoksa Boncuk da geliyor, nasıl elimi ittiriryor beni sev diye süper.
Sevemiyorum çünkü, annetella veya fıstıkanne için kırıyorum genelde. Ayrıca bir kavanozada bize ayırıyorum. Ada evdeyse oda hep yanımda yöremde oluyor, aşırıyor bademleri.
Kızmayın ama bizim şehirdeyken yediğimiz şey badem değilmiş. Bize gerçek, buradaki, yutarken boğazımızda hani o eski acıbadem kurabiyelerindedeki lezzeti veren bademler bunlar. Çiğ, kavrulmamış. Dört beş tane yiyince doyduğunuz cinsten.
Sonra, minik bu iş için aldığım süpürge ile süpürüp, saksıya atıklar koyulu ve soba yanında bekletilir, belli mi olur akşam hava soğuk olursa soba yakılır belki.
O kadar alışmışızki hazır aldığımız bademlerin tadına, kızım dahil hepimiz alışamadık önce ama sonra şans verince, evvet işte lezzet budur.
Lütfen kabuklu badem, ceviz alın ve kırarak yiyin. Hem çocuklara da birsürü iş eğlence, kuşlara mama. Daha ne olsun. Gerçi bazan Ada anne diye bağırıyor, efendim kızım, kuruyemiş yemek istiyorum. E ye kızım, orada işte kır ye. Ya anne ye ben doğrudüzgün kuruyemiş istiyorum, ne biçim ev burasın, şöyle hazır fındık fıstık...
Hem komik hem de ne kadar kolay ve hazıra alıştığımızın işareti.
Küçüklüğümde Şile ye giderken ya da Riva ya Yaz sonuna doğru mutlaka taze fındık çıkardı yollara satılan. Tüm kabuklarını ayıklar, kırar yerdik sahilde. Ne eğlenceydi. Oysa hazır olsa, hem daha çok yerdik hem de daha az zamanımızı alırdı ve o kadar eğlenemzdik zannımca. Ne dersiniz.
Ya da kara kazanlar kaynardı akşam dönüşte, aman ne lezzetti. yaz başında olmazdı kazanlar, hep zamanında. Sonra bir lokantada oturulur ve Agustos sonu yada Eylül de soba yanardı o lokantalar da, geceleri soğuk olurdu Karadeniz, Şehre o kadar yakın olmasına rağmen. Gözünü seveyim doğa nın.
Kalın sağlıcakla
Doğal anne