3 Nisan 2013 Çarşamba

Vandana Shiva ile tanışın.

Iyi akşamlar,

Henüz kitaplarına başlamadık ama yakındır.
Felsefesi bize ve hedefimize çok yakın. Sizinlede paylaşayım istedim. 

Teşekkürler meyvelitepe.

 Vandana Shiva

B u yazıda Vandana Shiva’dan söz edeceğiz.
Hindistan Dehradun vadisinde 1952 yılında doğan Vandana Shiva, bir orman korucusu baba ve doğa dostu çiftçi bir annenin kızı.
Nainital’daki “St. Mary’s” okulunda ve Dehradun’daki “Convent of Jesus and Mary” okullarını bitirdikten sonra lisansını Fizik dalında tamamladı. Kanada Ontario Guelp Üniversitesinde Felsefe dalında master derecesini alan Vandana Shiva, doktorasını Western Ontario Üniversitesinde, Kuantum Teorisi dalında elde etti. Doktora tezi “Kuantum Teorisinde Saklı Değişkenler ve lokalite” (Hidden Variables and Locality) konusundaydı.

Daha sonra Hindistana dönen Shiva, Hindistan Bilim Enstitütüsünde teknolojinin ekolojiye etkileri ve çevre politikaları konusundaki disiplinler arası araştırmaları yönetti.
1982 yılında biyolojik çeşitliliğin korunmasını amaçlayan Bilim, Teknoloji ve Araştırma vakfını (RFSTE) kurdu. Daha sonra 1991 yılında, yerel tohumlar ve çeşitliliğinin korunmasını hedefleyen, sözcük anlamı “dokuz tohum” olan Navdanya‘yı kurdu.
Her iki kurumla, biyolojik çeşitliliği zayıflatan, özellikle de transgenik uygulamalara zorlayan ekonomik ve politik baskılardan kaçınmaya çalışan çiftçileri cesaretlendirip destekledi. Bu kurumlar kanalıyla ekoloji, çevre ve tarım konularında Hindistan’a ait geleneksel ve kadim bilginin ortaya çıkarılması, kullanımı ve tabii ki hatırlanması yönünde çaba sarfetti. Söylem ve savlarında öncelikli olarak tarım, gıda ve beslenme, biyolojik çeşitlilik ve su haklarına odaklandı.
Daha 1970′lerde, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir şiddet karşıtı pasif direniş hareketi olan Chipko ile ağaçların kesilmesini önlemek için ağaçlara sarılarak uygulanan direnişe katılmıştı.
Vandana Shiva, tüm gücü ve çalışmalarıyla, biyolojik çeşitliliğe zarar veren, çiftçileri birkaç küresel tohum tekeline mahkûm eden, geri dönüşü olmayacak şekilde yeni süper dirençli zararlılar ve yabani bitkilerin türemesine sebep olan genetiği değiştirilmiş organizmalara karşı küresel muhalefetin içinde yer aldı.
İkinci dünya savaşı sonrası Hindistan’daki açlığı bertaraf edeceği iddiasıyla ihraç edilerek empoze edilen  batılı endüstriyel tarım teknolojisinin de (sentetik gübreler, zehirli pestisistler, hibrit tohumlar ve makineleşmeden oluşan, adına Yeşil Devrim de denen program) karşısında oldu.
Geleneksel kadın merkezli çiftçilik uygulamalarında çevrenin korunması, sürdürülebilir tarım ve gıda güvenliği yararına kadını güçlendiren ekofeminist hareketin içinde yer aldı. “Staying Alive” (Hayatta kalmak) isimli kitabıyla üçüncü dünya ülkelerinde kadının konumu hakkındaki farkındalığı arttırdı.
Bu güne kadar 13 kitabı, üç yüzden fazla makalesi yayınlandı, pek çok ödül aldı, dünyanın pek çok yerinde konferanslar verdi. Yeryüzü Demokrasisi, Su Savaşları, Çalınmış Hasat Türkçeye çevrildi. Bunlara ilave Sinek Sekiz, “Petrol Değil Toprak” ve “Gıdanın ve Tohumun Geleceği için Manifestolar” kitaplarını programına aldığını duyurdu.
Sözün özü Vandana Shiva, doğanın, biyolojik çeşitliliğin ve genetik zenginliğin korunması, beslenmenin ve gıda üretiminin kimsenin tekeline girmeden, insanları bir avuç küresel şirkete mahkûm etmeden sürdürülebilir ekolojik tarımın tekrar tesisi konusunda bir yol gösterici, daha da önemlisi en genel tanımıyla bir çevreci aktivist.
Vandana Shiva, bir insan olmanın, yaşıyor olmanın borcunu çoktan fazlasıyla ödemiş ama bununla da kalmıyor, deneyimlerini tüm toplumlara taşımaya devam ediyor. Salt bu sebepten bile bilinmesi, tanınması, öğrenilmesi gereken bir insan.
Bu yazıyı yazmamızın nedeni sadece henüz tanışmamışlara Vandana Shiva’yı tanıtmak değil, Hindistan’da yaşananların ülkemizde de yaşanma olasılığının yüksek olması sebebiyle anlatacaklarından alacağımız derslerdir.

Kalın sağlıcakla.
Hedefe kilitlenmiş anne

2 Nisan 2013 Salı

Arkeoloji Müzesi - Müze Kart

Merhaba,

Artık hava durumuna göre yaşıyoruz ve tahminlere çok güveniyoruz.

Cumartesi ( 30 Mart ) hava 20 derece olacak denilince, Yıldız ın yapacağı mercimekli köfteyi unutup, sabahtan yola çıktık.



Kızımız Haydarpaşa da bizim fotoğrafımızı çekti.



O ara aklıma ailemize yeni katılan Altay bebek geldi. Aradım hayırlı olsun dedim, Nazan sordu siz napıyosunuz, ben saf; Topkapı Sarayı na gidiyoruz diye başladım ve toparladım kendimi sonra. Kız bebeği ile eve gidiyor ben rapor veriyorum :-)  Hey Allah ım



Vapura bindik, yine muhteşem. Eski vapur geldi. Sevindik. Ada kız camları büyük diye yenileri seviyor. Bidaaki sefere dedik.

Kadıköy iskelesinin üstünde açılan serginin bir parçası tam köşe cam da pek güzel durmuştu.



Doyumsuz manzara.
Gidince bir duvarı pencere  yapsak, o pencerede bu film oynasa, özleyince seyretsek.


Havuz mükemmel olmuştu.


Kuyruklar.


Kuyruk, bir de Ayasofya nın gişesini mi kapısını mı ne kapatmışlar. Gerçi biz Ayasofya da torpilliyiz, orayı bir haftaarası yapacağızdır.


Kalabalık.


Baba - kız.

Tabi ki tren ve vapur, tramvay üçlemesi ile, hedefimiz Topkapı Sarayı idi. Ada kız ''kaşıkçı elması'' nı merak ediyordu çünkü. Tramway yada metro herneyse bindik ve şaşırdık, nasıl bir kalabalık, nasıl bir turist yoğunluğu. Sultanahmet durağında indik, aşağıya yürüdük, Ayasofya nın önü kıyamet, Topkapı Sarayı yolu beter. Ancak o zaman düştü benim jeton, eh akıllı atla Ada ya gitsene ne işin var müzede hem de Paskalya tatilinde. Unutmuşum işte. Oysa ki boyalı yumurtaları gördüm, üstüne gazetelerde hamursuz bayramı diye okudum ama bağlantı kurmadım.

Ada kız biraz ağladı ama Topkapı ya girmemeye ikna ettik, neyle kandırdık Arkeoloji müzesi ile. Her kandırma böyle olsa dediğinizi duyar gibiyim. Müze kartlarımızı da oradan aldık. Adam başı 30 Tl her müzeye iki kere giriş hakkınız var yıl boyunca. Ada bedeva. İsterseniz bu kartın limitsiz olanına 50 Tl ye alabiliyorsunuz. Öğretmen ve öğrenci 15 Tl. Bir de bu aya mahsus ''Geo'' dergisi Nisan sonuna kadar geçerli olan müze kart veriyor;  dergi fiyatı  10 Tl.




Çeşme, ihtişamından hiçbirşey kaybetmemiş.


Askerler ve manzara.


Sümbüller heryerde ve nasıl güzel kokuyor ortalık. Hülya yı andık.



Oldum olası sevdiğim kapı, hemen girişten solda Aya Irını ve orada dinlediğim muhteşem konserler.
Iyiki kaçırmamışım bu fırsatları.



Laleler, çiçekler ve düzenlemeler çok hoştu. Çok geçmeden Emirgan, Yıldız ve Nezahat Gökyiğit yapmak lazım.



Rüya gibi değil mi. Ben bu müzenin bahçesine her girişimde böyle düşünüyorum.


Kadeş Antlaşması.






Cem de ben de Ada nın milyon sorusuna yanıt verdik.



 Müze gezen kıza fular yakışır dimi.
:-)


ne hoş bir görüntü değilmi.
Diğer binadaki lahit lerede yine yeniden hayran olduk.
Teşekkürler Osman Hamdi bey. Ruhun şad olsun. Vizyonun kızıma geçsin inşallah. Amin.

Oradan Gülhane Parkı na indik, iyiki hayvanat bahçesi değil artık. Çok sefildi hayvanlar yazık.
Fakat küçüklüğümde gezdiğim akvaryum kısmı öyle bir yer etmişki kafamda, geçerken burada akvaryum vardı dedim, Cem ben de hatırlıyorum demez mi. Demekki sefil de olsa pek çok çocuğun aklında yer etmiş o bahçe.













O kadar zamandır geçerim Karaköy den bigün bakmamışım Ziraat bankasının binasına iyi mi!!
O gün heykeller dikkatimi çekti, meğer hikayesi buymuş, gözünü seveyim internetin.

kaynak; http://www.ysahin.com/fotograf/mason-figurleri.html

Masonlar başka yapılarında olduğu gibi Türkiye’de yaptıkları binalara da kendi sembollerini yerleştirdiler. Bunlardan en bilineni 1912 yılında Mithat Paşa’nın kurduğu Karaköy Ziraat Bankası’ndaki heykeldir. Harun Yahya’ya ait Yahudilik ve Masonluk adlı esere göre, Karaköy Ziraat Bankasındaki “elinde mason tokmağı olan heykel” Hiram Usta’ya aitti. Tevrat kaynaklıydı. Muharref Tevrat’da “Ve sağ elini işçilerin tokmağına saldı; ve tokmakla Sisera’yi vurdu, başını ezdi” ayeti vardı. (Tevrat-Hakimler- Bab) Hemen yanındaki kadın heykeli de “Dul Kadın”ı sembolize ediyordu. Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın resmi web sayfasındaki listeye göre de Mithat Paşa Masondu. Meydana hakim bir noktada inşa edilen Karaköy Ziraat Bankası binasında ayaklarında iki adet yılan olan kartal figürleri, dünyaya sarılmış yılan figürleri ve dünyanın ekvatoru üzerine yerleştirilmiş yedi adet yıldız sembolü var.

Bir de yukarıda ki açıklamayı yalanlayan bu link var.  Acaba hangisi doğru??


Sarayburnu tarafında yanımızda getirdiğimiz sandoları yedik, çayımızı içtik, manzaranın tadını çıkardık, üstümüze üstümüze gelen koca gemileri konuştuk.



 

 

sonra tekrar kapıya yürüyüp ancak 3. tramwaya ancak, zorla binebildik. Oradan ver elini Kadıköy


 

 Tabi ki Ada ya dergi aldık, baksanıza pürdikkat bakıyor dergiye. Ne zaman ben de bu yazıları okuyacağım diye mi düşünüyor acaba.



 ve mutlu son.Dönüş mü, metro ile ev ve aşağıya yürüyüş.

Sağlıcakla kalınız.

Gezerek anne


1 Nisan 2013 Pazartesi

Paylaşıyorum.


Tanrım, bana kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver!

kaynak Begonvilli ev, sağol. 





Ne güzel sözdür;

"Tanrım, bana kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver.".
Konfüçyüs

Günümüzün materyalist dünyasında çok az insan tarafından tam anlamı ile algılanan bu söz, biraz popülist, biraz entellektüel özentisi olma ile sınırlı kuru bir söylem olarak kalıyor ne yazık ki..  Çünkü kitabın, bahçenin, çiçeğin böceğin, toplumun büyük bir kesiminin öncelikleri arasında olmadığını düşünüyorum. Oğlumun bir yazısını okuyunca anımsadım bu sözü.

''Yeni otomobillerin, cep telefonlarının, kameraların ve belirli bir mesafede bize sunulan şeylerin fiyatlarına, özelliklerine bakıyoruz internetten. Hesap yapıyoruz, taksitler, bütçeler, fedakarlıklar için.. Kredi kartı limitlerimize, maaşlarımıza, alacaklarımıza, borçlarımıza odaklanıyoruz. Daha fazlasını istiyoruz. Birileri de Orta Doğu haritasını açmış kentlerin, su ve enerji kaynaklarının hesaplarını yapıyor bizden çok daha fazla aritmetik bilerek. Mağaraların, dağların, silahların, bombaların ve ölülerin sayısı, satılık gazetecilerin, kandırılmış politikacıların, zindandaki tutsakların, korkak yığınların adedini oranlıyorlar. Raporları, danışmanları, istatistikleri, veri madenciliği yapan üstün zekalı laboratuvar fareleri, bizden çok daha fazla paraları var. Küçük hesaplar yapmaya devam ediyoruz. Üç günlük dünyada üç kuruşluk şeyler için kendimizi tüketmeyi sürdürüyoruz. Paha biçilemez zenginliklerimiz, benliğimiz, dirliğimiz karanlık adamlar tarafından çalınırken… “Daha fazlasını” istiyoruz, her şeyimiz yağmalanırken…''

Böyle söylemiş Onur.. Ben ısrarla yineliyorum sevgili oğlum; dileyen herkese ve bana önce sağlık, dirlik ve düzen ile yaşam sevinci, sonra da
 "Tanrım, bana kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver''

Not: Recep bey kızacak ama fotoyu küçültmeye gönlüm elvermedi.

Kalın sağlıcakla
Kopyacı anne